Çiftlik – Yer Seçme Hikayesi

Bu yazı için yaklaşık okuma süresi: 5 dakika

2021 yılının Ekim ayında İstanbul’dan Bayramiç’e bir bilinmeze doğru göç ettiğimizde hangi köye yerleşmemiz gerektiği konusunda tam anlamıyla hiçbir fikrimiz yoktu. Ne köylerin adını ne de yerlerini biliyorduk.

Yeşil Derman Çiftlik arazisini satın almadan bir gün önce. Kutluoba – Şubat 2022

Gayemiz, kasaba merkezinde kiralık bir ev tuttuktan sonra çevredeki köylerin her birini gezerek, doğasını ve insanlarını tanıyarak birinde karar kılmaktı.

Bu süre zarfında çoğu Bayramiçlinin bile gitmediği dağları, tepeleri ve terk edilmiş köyleri dolaştık. Çok çeşitli insanlarla tanıştık. Hem doğa hem insanlar hakkındaki beklentilerimizi nasıl törpilememiz gerektiğini acı da olsa öğrendik.

Yeşil Derman Çiftlik için yer seçerken üç temel mesele vardı. Bunlardan birincisi su kaynaklarıydı. Bayramiç’e taşındıktan sonra gördük ki, su olan yerde “getirisi yüksek olan” meyve ağaçları oluyordu. Ve meyve ağacının olduğu yerde de inanılmaz şekilde zirai zehir uygulaması yapılıyordu. Bu nedenle su kaynaklarına (dere, gölet veya sulama kanalı kenarı) yerleri tercih listemizden çıkarmak zorunda kaldık.

İkinci mesele, genç bir aile olduğumuzdan çocuklarımızın eğitimi yani okul konusuydu. Tüm köy okullarının kapatılıp taşımalı eğitime geçilerek binalarının da çürümeye terk edildiğini gördükten sonra kasabadan fazla uzaklaşmanın mümkün olmadığını anladık. Sonuç olarak kasabadan uzak orman içerisinde beğendiğimiz hoş köyleri de tercih listemizden çıkarmak zorunda kaldık.

Üçüncü ve belki en önemli mesele ise insan faktörüydü. Aralarında sadece 3-4 km mesafe olan köylerde bile insan profilinin inanılmaz değiştiğini gördük. Dahası her köyün kendine has özellikleri olduğunu ve insanlarının hâl ve hareketlerinin köylerine göre çok değiştiğini acı tatlı tecrübeler yaşayarak öğrendik.

Burada ufak bir parantez açarak belirtelim ki, İnsan faktörünü en çok etkileyen bir başka konu ise Bayramiç’e dışardan gelen herkesi kapsayan “İstanbullu” kavramı. Bu kavramın iki yönü var. İlki, Bayramiçli Yerlilerin gözünde “İstanbullu” denilen bir sınıfın oluşmuş olması ve bu sınıfa özel muamele yapılması. Diğeri ise “İstanbullu” denilen Bayramiç’e dışarıdan gelen insanların gerçekten köy ortamında her hal ve hareketleriyle göze batması.

Yeşil Derman Çiftlik’te bir yılın ardından. Kutluoba – Şubat 2023

Tüm bu hususları göz önüne alarak ilan sitesindeki seçeneklerimizi elimizden geldiğince daralttık. Bu durumda da gözümüze çarpan şu oldu; kasabadan, köyden, resmi yol ve su kaynaklarından uzaklşatıkça fiyat düşer; tam tersi olarak da kasabaya, köye, resmi yola ve su kaynaklarına yaklaştığınız miktarda fiyatlar artar. Yine ek olarak belirtelim ki, alan büyüdükçe m2 fiyatı düşer.

Konumuza dönecek olursak, yer değerlendirmelerimizde yerel halkın birbiri hakkındaki yorumlarından da çok faydalandığımızı belirtmeden geçmeyelim. Yani doğrudan ilan siteleri üzerinden kenara çekilerek, bulunduğunuz yerin insanları ile temas kurmadan “doğru” tercih yapmanın mümkün olmadığını da yaşayarak öğrendik.

Burada arsa – arazi için tavsiye eden dostlara bir kaç ipucu verelim; Biz kendi adımıza yer seçerken anladık ki, en önemli üzerinde durulması gereken konu, emlakçılar. Uzun vadeli bir planın parçası olarak bir arsa – arazi satın almak istiyorsanız, en kısa vadeli planlarla çalışan emlakçılardan kesinlikle uzak durmalısınız. Elbette “tüm avukatlar yalancıdır” diyenlerin lafını nasıl biz üstümüze almıyorsak, işini doğru yapan emlakçı dostlarımızın da bu sözümüzden alınmasına gerek yok. Malesef, bizim emlakçılarla yaşadığımız tecrübeler hep sıkıntılı oldu. Bu nedenle köy köy gezinerek yerel halkla iletişim kurmak önem arz ediyor. Ancak burada da emlakçıdan daha emlakçı olmuş sözde uyanık köylüler araç plakanıza göre yer satmaya kalkışabilir o konu ayrı.

Bir başka husus ise alacak olduğunuz yerleri mutlaka kendiniz inceleyin. Yerel halk veya emlakçının laflarını dikkate alın ama onlara bağlı kalmayın. Örneğin bizim kendi adımıza orman kenarı olduğu için aldığımız yerler için köylüler, “üstüne para verseler almam, domuz yatağı orası” yorumunu yapmıştı. Gerçekten ektiğimiz buğdayı dörtte birini domuzlar yok etti. Bir başka aldığımız yere ise köylüler, “orada ot bile bitmez, hiçbir şey olmaz orada” dediği yerden ise en iyi lavanta ürünlerimizi elde ettik. Yani elbette başkalarının yorumlarını alın ama onlara bağlı kalmayın.

Köylülerin “Domuz yatağı” dediği Yeşil Derman Orman Bahçesi. Ocak 2022 – Kutluoba

Bir de aramızda kalsın; köylüler İstanbulluların köylerinden yer almasını hiç sevmiyorlar. Kendi aralarında dışarıdan gelenlere yer satan köylülerine de kızıyorlar. İstanbulluların köye katkı vermeden bencilce yaptıklarını gördükleri için belki korkularında haklılar da. Her konuda olduğu gibi bu konuda da iki tarafı dinlemeden hüküm vermemek lazım.

Sonuçta aradan geçen aylar ve tüm bu değerlendirmelerimizle birlikte Bayramiç’e bağlı yaklaşık 75 köy arasından tercihlerimizi 3-4 köy ile sınırladık. Ancak bu köylerde de o günün şartlarına göre uygun fiyatlı yer bulamadık. Bulduğumuz ve alıcı olduğumuz yerler için de “kaporayı iade edip” fiyat arttıracak “kaymaklı istanbullu aşıklarını” gördükçe umudumuz bir hayli kırıldı.

Sonunda iş “vazgeçme” haddine geldiği noktada gözümüzü kararttık ve “Avukatlar haram yer, avukatın parasından hayır gelmez.” diyerek ekstra para isteyen satıcıyı araya sevdiği tanıdıklarını sokarak ikna etmesini başardık. Sonuçta Kutluoba Köyünde Çiftlik yeri olarak bir yer aldık ama boğazımızda koca bir düğümle.

Ekim 2021 tarihinden Şubat 2022 tarihine kadar geçen dört aylık baş döndüren araştırma süreci böylece sonlanmış oldu.

Son Düzenleme: 22.01.2024 – 1.1

(ZS)orunlu PCR Testi Uygulaması

20.08.2021 Tarihli ve “Bazı Faaliyetler İçin PCR Zorunluluğu” başlıklı İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan genelge(*) kamuoyunda tepki ile karşılandı. Konuya sağlık hukukçusu gözüyle baktığımızda aklımıza takılan hususları bir araya getirdik.

Daha önce kaleme aldığımız (ZS)orunlu Aşı Meselesi başlıklı yazımızdaki hususlara olabildiğince değinmeden PCR Testi bakımından konuyu tahlil etmeye çalıştık.

1. PCR Testinin Tıbbi Müdahale Olarak Hukuka Aykırı Olması

Öncelikle belirtmek de yarar var ki, tıpkı aşı gibi PCR Testi Uygulaması da bir tıbbi müdahaledir. Bu bakımdan PCR Testi uygulamasının da diğer tıbbi müdahaleler gibi hukuka uygunluk şartlarını taşıması gerekir. Bu şartlar, (ZS)orunlu Aşı Meselesi yazısında detaylı olarak incelediğimiz gibi; yetkili kişi, tıbbi gereklilik, tıbbi standart ve aydınlatılmış onamdır.

Öncelikle PCR Testi uygulamasının da tıpkı Covid19 Aşı Uygulamaları gibi hasta ile doğrudan muhatap olan, hastanın aydınlatılmış onamını bizzat alan ve tıbbi müdahalelerde asıl yetkili kişi olan doktorun talimatı ile yapılması gerekir. Yani idari talimat ile Covid19 Aşı uygulaması gibi hiçbir tıbbi müdahale yapılamayacağı gibi yine bir tıbbi müdahale olan PCR Testi de yapılamaz. Başka bir ifadeyle İdare, hiç bir şekilde tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk şartları arasında aranan “yetkili kişi” yerine geçemez.

Hatalı sonuç verme ihtimali olduğu çeşitli bilimsel yayınlarda ifade edilen ve bu nedenle tıbbi standart olduğu kabul edilmesi mümkün olmayan PCR Testi Uygulamasının salgının seyrini kontrol altına almak için tıbbi gereklilik olarak görmek kabul edilebilir değildir.

Son ve en önemli husus, PCR Testi uygulamasının diğer tüm tıbbi müdahaleler gibi hastanın aydınlatılmış onamı olmadan yapılamayacağıdır.

2. PCR Testini Zorunlu Kılan Genelgenin Hukuki Değeri

PCR Testi gibi bir tıbbi müdahalenin İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan genelge ile zorunlu kılınması mümkün değildir. Bunun en temel nedeni söz konusu genelgede uyulması talimatı verilen gösterilen 24.04.1930 kabul tarihli 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ilgili maddeleridir.

Genelge ile verilen talimatta gösterilen 27. maddede şu ifadelere yer verilmiştir;

Umumi hıfzıssıhha meclisleri mahallin sıhhi ahvalini daima nazarı dikkat önünde bulundurarak şehir ve kasaba ve köyler sıhhi vaziyetinin ıslahına ve mevcut mahzurların izalesine yarayan tedbirleri alırlar. Sari ve salgın hastalıklar hakkında istihbaratı tanzim, sari ve içtimai hastalıklardan korunmak çareleri ve sıhhi hayatın faideleri hakkında halkı tenvir ve bir sari hastalık zuhurunda hastalığın izalesi için alınan tedbirlerin ifasına muavenet eylerler.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 27. Maddesi

Sonuç olarak Kanunun bu maddesinden İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü‘nün “kendisine vazife çıkarmasının” hukuki anlam ve değeri yoktur. Her ilin kendi umumi hıfzıssıhha meclisi “gerekirse, talimat olmaksızın kanunun kendisine verdiği yetki gereği” karar alacaktır ve almalıdır.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek vermek gerekirse, İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü‘nün bu genelgesi, bir bakıma Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü‘nün “hakimler hırsızlık yapanları kasten adam öldürme suçundan cezalandırmakla” yükümlüdür şeklinde talimat genelgesi yayınlamasına benzemektedir ki abes bir iştir.

Adalet Bakanlığı, Hakimlerin nasıl karar vereceğine karışamayacağı gibi, İç İşleri Bakanlığı da Umumi Hıfzıssıhha Meclislerinin nasıl karar alacağına doğrudan karışamaz. Karışmamalıdır. Adalet Bakanlığı (veya HSK) ancak kanuna açıkça karşı gelen (!?) (Savcı Eyyüp Akbulut) gibi kişiler hakkında soruşturma başlatıp, kanunun verdiği yetkilere dayanarak görevden el çektirmek gibi işlemler yapabilir. Aynı şekilde İç İşleri Bakanlığı da yine Kanun ile kendisine verilen yetkiyle sınırlı olarak Umumi Hıfzıssıhha Meclislerinin kanuna aykırı işlem yapması halinde ilgili valiyi veya kaymakamı merkeze çekebilir veya başkaca yaptırımlar uygulayabilir.

Genelge de gösterilen bir başka dayanak ise 72. madde olup bizleri ilgilendiren kısmı, ilk cümledir. Diğer kısımları genel kültür olması açısından okunabilir. Maddede şu ifadelere yer verilmiştir;

57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:

             1 – Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz’ı.

             2 – Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.

             3 – Eşhas, eşya, elbise, çamaşır ve binaların ve fennen intana maruz olduğu tebeyyün eden sair bilcümle mevaddın fenni tathiri.

             4 – Hastalık neşreden haşarat ve hayvanatın itlafı.

             5 – Memleket dahilinde seyahat eden eşhasın icap eden mahallerde muayenesi ve eşyalarının tathiri.

             6 – Hastalığın sirayet ve intişarına sebebiyet veren gıda maddelerinin sarf ve istihlakinin men’i.

             7 – Dahilinde sari ve salgın hastalıklardan biri zuhur eden umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 72. Maddesi

Genelgede gösterilen 72. maddenin atfı ile, bu maddede öngörülen tedbirlerin sadece 57. maddede sayılan hastalıklar bakımından uygulanabileceği açıkça düzenlenmiştir. Yine Genel Kültür olması açısından 57. maddenin metni şu şekildedir;

Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi – paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) – bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak’ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 57. Maddesi

Görüldüğü üzere Kanun tarafından sayılan hastalıklar bellidir. Covid19 bu hastalıklardan biri değildir. Bu nedenle nasıl ceza kanundaki hırsızlık suçu nedeniyle kasten adam öldürme suçu maddesinde düzenlenen ceza verilemeyeceği gibi, aynı şekilde kanunda gösterilmemiş bir salgın hastalık ile “sanki gösterilmiş” gibi tedbir uygulanamaz. Umumi Hıfzıssıha Meclislerinin yetkileri 57. maddede gösterilen hastalıklarla sınırlıdır. Sağlık konularında yetkisi olmayan bir Bakanlığın genelge talimatı olması söz konusu meclisleri yetkili kılmayacaktır.

Kanunda gösterilmeyen Covid19 gibi bir salgın(!) hastalık hakkında kararlar ve tedbirler alabilecek yetkili Bakanlık, İç İşleri Bakanlığı değil, Sağlık Bakanlığıdır. Kanunun 64. maddesinde sürekli görevlendirilen Bakanlık Sağlık Bakanlığıdır.

57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 64. Maddesi

Kısaca yetkili olmayan bir idare tarafından yine yetkili olmadığı konularda Genelge ile Kanuna aykırı talimat verilemeyeceğinden, söz konusu PCR Testi Zorunluluğuna ilişkin talimat genelgesi hukuken yok hükmündedir.

PCR Testi sonucu isteyen kurumlar aleyhine bu nedenle Kurumun özel veya resmi kurum olmasına göre idare veya hukuk mahkemelerinde dava yolu açıktır.

Dava yolunun açık olmasından, davadan kesin sonuç alınacağı anlamı elbette çıkarılmamalıdır. Sonuçta, ülkemizde “yeni normal” adı altında Olağanlaştırılmış Olağanüstü Hal uygulaması bulunmaktadır.

Hukukta asla yeri olmayan bu yaklaşım nedeniyle, Savcı Eyyüp Akbulut’un uğradığı meçhul son gibi hukukta asla yeri olmayan sonuçların ortaya çıkması daima mümkündür.

Bu yazı ve internet sitemizdeki diğer hukuki yazılar bireysel hukuki kanaatler olup, kesinlikle hukuki tavsiye niteliği taşımamaktadır.

(*) Tarafımızdan da hukuka aykırı “talimat genelgesinin iptali” için gerekli hukuki süreçlerin başlatıldığını dostlarımızın bilgisine saygılarımızla sunarız.

Versiyon: 1.0.

(ZS)orunlu Aşı Meselesi

Bu yazı için yaklaşık okuma süresi: 20 Dakika

Yeşil Derman (@yesilderman) instagram hesabı üzerinden sağlık hukukçusu kimliğimizi bilen dostlar vesilesiyle son zamanlarda “Covid19 Aşı Uygulamaları” hakkında çok fazla soru geliyor. Bu soruların her birine ayrı ayrı cevap vermek gerçekten inanılmaz zaman alıyor ve dahası aynı şeyi farklı kişilere tekrar etmek zorunda kalıyoruz. Bu bölümde sizlerle; işçisinden, öğrencisine; memurundan, askerine; yerel turistinden profesyonel futbolcusuna kadar çok geniş yelpazede “(ZS)orunlu Aşı Uygulamaları” hakkında muhatap olduğumuz sorulara genel bir cevap niteliğinde olması için derlediğimiz bilgileri paylaşıyoruz.

Öncelikle aşağıda sizlerle paylaştığımız tüm bilgiler, şahsi hukuki kanaatlerimiz olup buradaki hukuki bilgi paylaşımlarını “kesin böyledir.” şeklinde algılanmaması gerektiğinin önemle altını çiziyoruz. Dahası başkaca hukukçuların aşağıdaki çoğu konuda aksi kanaat bildirmeleri de mümkündür. Ve en önemli kısmı, tüm bu bilgiler “hukuk devleti” olan ülkelerde geçerliliği olan bilgilerdir. Bilgileri paylaşmak bizden, gereğini takdir dostlarımızdan.

Tüm metni okumak veya olup – bitenlerin hukuki perde arkasını öğrenmek için vakti olmayanlara özet geçelim; Covid19 Aşı Uygulamaları bir tıbbi müdahale olarak hukuka uygunluk şartlarını taşımamaktadır. Diğer yandan mevcut düzenlemeler çerçevesinde kişilerin Covid19 Aşısı olmasının zorunlu tutulması Anayasa değişikliği yapılmadığı veya olağanüstü hal ilan edilmediği müddetçe mümkün değildir.

Detaylarla ilgilenmeyen ve doğrudan zorunlu aşı uygulaması ile muhatap edilen dostlarımız, aşağıda (3) numaralı Covid19 Aşı Uygulamalarının Zorunlu Tutulması başlıklı son kısmı okumakla yetinebilirler.

1. Tıbbi Müdahale olarak Covid19 Aşı Uygulamaları

Tıbbi Müdahale, kişinin yaşama hakkına, bedensel bütünlüğüne, bir başkası tarafından belli şartlar çerçevesinde yapılan müdahaledir. Tıbbi müdahale; kişinin ruh ve beden sağlığına yönelik herhangi bir noksanlığı veya hastalığı teşhis ve tedavi etmek; tedavinin mümkün olmaması halinde hastalığı hafifletme, ilerlemesini ve kötüye gitmesini önlemektir. Ayrıca acılarını dindirmek, ortaya çıkmamış ancak çıkması muhtemel hastalıkları önlemek amacıyla kanunun yetkilendiriği kimselerce tıp biliminin öngördüğü genel kural ve esaslar uyarınca gerçekleştirilen her türlü faaliyettir. (1)

Hasta Hakları Yönetmeliği 4. maddesinde tıbbi müdahaleyi şu şekilde tanımlamıştır;

Tıp mesleğini icraya yetkili kişiler tarafından uygulanan, sağlığı koruma, hastalıkların teşhis ve tedavisi için ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak tıbbın sınırları içinde gerçekleştirilen fizikî ve ruhî girişim

Bu tanımlar gereği, Sağlık Hukukunda tıbbi müdahalenin, konumuz açısından aşının, hukuka uygunluk şartları dört ana başlık altında incelenir. Bunlar; Yetkili Kişi, Tıbbi Gereklilik (Endikasyon), Tıbbi Standart ve Aydınlatılmış Onam. (2)

Bir tıbbi müdahale olarak Covid19 Aşı Uygulamaları bakımından bu dört şartın birlikte ve aynı anda sağlanması gerekmektedir. Aksi halde söz konusu müdahalenin hukuka uygun olduğu söylenemez.

1.1. Covid19 Aşı Uygulamaları Bakımından Tıbbi Müdahaleye Yetkili Kişi Şartı

Tıbbi müdahalelerin bireyler üzerinde meydana getirebileceği muhtemel olumsuz etkiler dolayısıyla, tıbbi müdahale yetkisi sadaece sağlık personeline (esas itibariyle tabibe) verilmiştir.

1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun birinci maddesine göre;

Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde tababet icra ve her hangi surette olursa olsun hasta tedavi edebilmek için tıp fakültesinden diploma sahibi olmak şattır.

Esas olarak tıbbi müdahale yetkisinin tabibe verilmiş olmakla birlikte hemşire ve acil tıp teknikerleri gibi sağlık yardımcı personelinin tek başına doğrudan tedavi kararı ve bu yönde müdahale yetkisi olmadığının altı önemle çizilmelidir. Bu personeller daima yetkili bir tabibin talimatı altında ve onun gösterdiği usule göre çalışır.

25.02.1954 Tarihli ve 6283 Sayılı Hemşirelik Kanunu, 4. maddesine göre;

“Hemşireler; tabip tarafından acil haller dışında yazılı olarak verilen tedavileri uygulamak, her ortamda bireyin, ailenin ve toplumun hemşirelik girişimleri ile karşılanabilecek sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını belirlemek ve hemşirelik tanılama süreci kapsamında belirlenen ihtiyaçlar çerçevesinde hemşirelik bakımını planlamak, uygulamak, denetlemek ve değerlendirmekle görevli ve yetkili sağlık personelidir. Ayrıca aile hekimliği uygulamasına ilişkin kanun hükümleri ile bu Kanuna dayanılarak yürürlüğe konulan mevzuattaki görevleri de yaparlar.”

Günümüzde Covid19 aşı uygulamaları esas olarak hemşireler tarafından; herhangi bir hastalık öyküsü alınmadan, tabibin yüzünü dahi görmemiş hastaların, hukuki anlam ve değeri olmayan matbu aydınlatılmış onam formu adı verilen bir belgeyi imzalaması suretiyle yapılmaktadır.

Yukarıdaki mevzuatta açık bir şekilde görülebileceği üzere, Hemşirelerin kendilerinin “tıbbi müdahaleye ve tedavilere” karar verme yetkileri yoktur. Hemşireler, tabibin yazılı talimatına bağlı olarak çalışırlar. Bu bakımdan Covid19 Aşı Uygulamaları için hemşirenin bağlı bulunduğu tabibin yazılı talimatı olmadan uyguladığı her aşı doğrudan kendi kişisel hukuki ve cezai sorumluluğunu doğuracaktır. Başka bir ifadeyle aşı uygulaması neticesinde, herhangi bir zarar meydana geldiğinde uygulamayı yapan hemşirelere, aşıyı uygulayan kurumla birlikte doğrudan husumet yöneltilebilecek, dava açılabilecektir.

Kısaca, ülkemiz açısından idare tarafından hemşirelere “aşı uygulama görev ve sorumluluğu yıkılmıştır.” Ancak idarenin yaptığı usulsüz ve dayanaksız işlemler, yargı ve kanun önünde hemşirelerin hukuki sorumluluklarını ortadan kaldırmayacaktır. Dahası hemşireler, aşı üreticisi özel şirketler kadar da korunmayacaktır. Hemşire STK’larının bu nedenle hızlı bir şekilde harekete geçerek, aşı üreten özel şirketler gibi hemşireler bakımından da kanuni düzenleme ve muafiyet talep etmesi kendileri için önem arz etmektedir.

Tabibin, aşı uygulamarında aktif rolü vardır. Örnek vermek gerekirse, yeni doğan aşılarında, annenin ağır bir kronik rahatsızlığı nedeniyle bağışıklık baskılayıcı ilaçlar kullanıyor olması durumunda yeni doğan aşısı “normal” takvime göre yapılmaz veya annenin emzirme süreci biteni kadar tamamen ertelenebilir. Bu konuda karar yetkisi tabiptedir. Tabip söz konusu kararı hastanın geçmişi ve aşının üretici tarafından hazırlanan prospektüsünü göz önüne alarak verecektir.

Kısaca ifade etmek istediğimiz husus şudur, “acil kullanım onayı” söz konusu olmayan, onlarca yıldır yeni doğanlara uygulanmakta olan, tıp camiasında çok büyük oranda fikir birliği olan “yeni doğan aşılarının” dahi herkese uygulanması gibi bir zorunluluk yoktur ve tıbbın doğası gereği olamaz. Bu durum tıpta yerleşik “hastalık yoktur, hasta vardır.” ilkesinin doğal sonucudur. Ancak bu ilkenin yerini yeni düzende, geçmiş tüm tıp etiği ilkelerini de yerle bir eden “Hasta yoktur, hastalık vardır” ilkesi almıştır.

Diğer yandan tekraren altı çizilmelidir ki, mevcut uygulamakta olan aşıların prospektüsü yoktur. Ancak yine herkes tarafından çok iyi bilinmektedir ki, tüm dünyada milyarlarca kez kullanılmış olan aspirinin dahi kutusundan detaylı bir prospektüs çıkmakta, aspirin hakkında detaylı bilgi vermekte ve hatta bazı durumlarda tabibe danışılmadan kullanılmaması gerektiğini belirtmektedir.

Sonuç olarak, Covid19 Aşı Uygulamaları bakımından, sizlerin tüm hastalık geçmişini bilen bir tabip tarafından, “olmayan aşı prospektüslerindeki şartlarla” kıyaslayarak Covid19 Aşı Uygulamasına uygun olduğunuz onay verilmeden, hemşirenin “tabibin talimatına değil” “idarenin talimatına bağlı olarak” uygulayacağı Covid19 Aşısı yetkili kişi şartının eksikliği nedeniyle hukuka aykırı bir tıbbi müdahale olacaktır.

1.2. Covid19 Aşı Uygulamaları Bakımından Tıbbi Gereklilik Şartı

Tıbbi gereklilik (zorunluluk-endikasyon) ise, tıbbi müdahale olmaması halinde kişinin zarara uğrayacağının tabip tarafından tespit edilmesi halinde ortaya çıkar. Örneğin, tıbbi zorunluluk olmadan; hastanın rızası olsa ve uzman tabip tarafından yapılsa bile, tıbbi standartlara uygun şekilde bir kişinin böbreğinin çıkarılması halinde dahi hukuka uygun bir tıbbi müdahale olmayacaktır. Kişinin adli merciler önünde, “Mali durumum çok kötü, böbreğimi satmazsam ben ve çocukların açlıktan öleceğiz, bu tıbbi müdahale yaşamam için gereklidemesi, tıbbi gereklilik olmadığı gerekçesi ile suç teşkil edecektir.

Covid19 Aşı Uygulamaları bakımından ise tıbbi gerekliliğin varlığı halen daha dünya kamuoyu tarafından yoğun bir biçimde tartışılmaktadır. Burada tıbbi gereklilik ile kamusal (toplumsal) gereklilik kavramlarının farkının önemle altı çizilmelidir.

Bir tıbbi müdahalenin gerekliliği, kişinin ona ihtiyacı olup-olmadığı ile ölçülmelidir. Kamu yararı ile bireysel yarar birbirinden ayırt edilmelidir. Tıbbi müdahalenin gerekliliği esas olarak bireysel yarar dikkate alınarak tespit edilir. Aksi durum tıbbi müdahalelerde bireyin tercih hakkını tamamen ortadan kaldırılması sonucunu doğurur. İdare Hukukuna ait bir kavram olan kamusal yarar (kamu yararı) sağlık hukukuna ve kişilik haklarına ait bir kavram olan tıbbi gereklilikle bu bakımdan ayrılmalıdır. Başka bir ifadeleyle, birey için tıbbi gereklilik toplum için kamu yararı vardır. Kamu yararı olduğu düşünülüyor diye birey için de tıbbi gereklilik olduğunu söylemek mümkün değildir.

Dahası Covid19 Aşı Uygulamaları bakımından sürekli mutasyon riski ve toplum için gerekli görülen aşıların “etkisiz” olma ihtimali her an olduğundan kamu yararının “sabit” olduğu da ileri sürülemez. Son olarak aşılar hakkındaki bağımsız bilimsel çalışma ve raporlara göre iki doz aşılıların ölüm oranı, aşısızlara göre daha yüksek gözükmektedir. Bu raporlara rağmen bireylerin aşı olmaya teşvik edilmesi kasten öldürmeye teşebbüs olarak değerlendirilmelidir.(*)

Aşı olmayanlar üzerinde büyük baskı oluşturan, “Toplum sağlığını riske atıyorsunuz, kul hakkına giriyorsunuz.” gibi söylemlerin de bilimsel dayanağı bulunmamaktadır. Tam aksine, bir tür grip virüsü olan Corona Virüs gibi mRNA virüslerinin başarılı(!) aşılar karşısında varyant oluşturma eğiliminin daha yüksek olduğu bilinmektedir. Bir dönem, bugün tıpkı Covid19 Aşıları gibi her derde deva görülen antibiyotiklerin, güçlü bakterilere sebep olduğu ve bunun 2050 yılına gelindiğinde insanlığın en büyük sağlık sorunu haline geleceği Dünya Sağlık Örgütü’nün de kabulündedir. Aynı şekilde doğanın varynat oluşturma hızına onu baskılayan aşılarla yetişelemeyeceği gerçeği göz önüne alındığında, bireyleri aşı bağımlısı yapmanın üç – beş ticari firma dışında insanlığa hiçbir faydası olmayacağı, aksine zararı olacağı şüphesizdir.

Aşının, yapılan subjektif kaynaklı bilimsel araştırmalara göre önleyici tedbirler arasından en etkili yol olduğunu, aşıdan sağlanan korumanın başkaca bir yoldan sağlanamadığı gerekçesi ile zorunlu olabileceğini ve orantılı bir tıbbi müdahale olduğunu savunan düşüncenin bu nedenlerle kabul edilemez.

Öte yandan Türkiye’de Covid19 Aşı Uygulamalarının tıbbi gerekliliği noktasında yayınlanmış bilimsel makale de bulunmamaktadır.

Diğer yandan kamunun yararının “ticari kâra” endeksli olması da hukuken kabul edilemez. Kamu yararının ticari şirketlerin subjektif verilerine göre değil objektif kritelere göre belirlenmesi elzemdir. Ancak işaret olunduğu üzere Türkiye’de Covid19 aşılarının işe yaradığına yönelik bilimsel veriler halen daha yayınlanmamış, Covid19 Aşılarının yan etkilerinin tüm bilim camiası tarafından objektif olarak takip edebileceği bir veri tabanı dahi oluşturulmamaıştır.

Bugün uygulanmakta olan Covid19 Aşılarının tümü tıbbi gereklilikten ziyade, kamusal hayatın yani sosyal hayatın kaldığı yerden devam edebilmesi için belli merciler tarafından gerekli gösterilmektedir. Hatta denebilir ki, aşıdan başka çare olmadığı yönünde yapılan yoğun kamuoyu aydınlatma çalışması bir bakıma aşı üreticisi ilaç firmaları için reklam çalışması niteliği taşıdığından “reklam yasağı” ihlaline de sebebiyet vermektedir.

Diğer yandan bilindiği gibi, konunun uzmanı tabipler arasında da Covid19 aşılarının her yaştan insan için aynı derecede gerekli görülmemektedir. Dahası küçük yaştaki bireyler için Covid19 Aşı Uygulamalarına daha halen daha acil kullanım izin verilmediği bilinmektedir. Dahası hamilelik, zihinsel rahatsızlıklar ve çeşitli kronik hastalıklarla söz konusu aşıların nasıl bir etki yapacağı da bilinmemektedir.

Özetle, Covid19 aşı uygulamaları özelinde tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk şartlarından yetkili kişi şartı sağlanmadığı gibi tıbbi gereklilik şartının da sağlanamadığı şüphesizdir.

1.3. Covid19 Aşı Uygulamaları Bakımından Tıbbi Standart Şartı

Tıbbi müdahaleyi hukuka uygun hale getiren ve her birinin birlikte olması gereken şartlardan üçüncüsü tıbbi standarttır. Tıbbi standart, tabibin tıbbi müdahale esnasında tıp biliminin kural ve esaslarına uyma zorunluluğu anlamı taşır.

Covid19 Aşı Uygulamaları bakımından tıp biliminin kural ve belli esasları olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu bakımdan acil kullanım onayı alan, başka bir ifadeyle henüz bir standart edinmemiş tıbbi müdahalenin de bu şart bakımından tıbbi yeterliliği sağlasa da hukuki yeterliliğinin olduğunu söylemek mümkün değildir.

Yine burada belirtmekte yarar var ki, aşı üreticisi özel şirket sahiplerinin, kendi ürünlerinin kullanma kılavuzlarına ilişkin yaptığı açıklama elbette tıbbi standart veya rehber olarak değerlendirilemez. Dahası kamuoyuna yapılan açıklamalar neticesinde bilinmektedir ki, söz konusu standartlara ürünlerin sahibi özel şirketler ve düzenleyiciler de tam olarak karar verememiştir.(**)

Tıbbi standart ve rehberler, tabiplere karşılaştıkları vakalar karşısında başvuracakları usul ve esasları düzenler. Ancak bugün Covid19 Aşı Uygulamalarına muhatap olacak kişi öncelikle bir tabiple dahi muhatap olmamaktadır. Bu bakımından tabip tarafından işbu müdahaleye, yani aşıya uygun olup – olmadığı yönünde, bir tedavisi yapılmadığı için herhangi bir standart veya rehber de aranmamaktadır.

Bu durumun hukuk yanında tıp bilimine de aykırı tarafı, Covid19 Aşı Uygulamalarının çeşitli hastalar ve hastalıklarla birlikte takip edilememesi nedeniyle tıbbi standart ve rehber oluşturmanın da bu haliyle mümkün olmamasıdır.

Diğer yandan Sağlık Bakanlığı’nın kendi sitesinde yaptığı açıklamalara göre, gebeler ve emziren kişiler için veri olmadığı belirtilmekte ancak kişilerin talebi halinde aşı olabileceği belirtilmektedir. Bu durum en kibar ifadeyle Devletin kendi vatandaşını “karanlığa itmesinin” en bariz halidir.

Bu konuda bir diğer husus uygulanacak doz miktarıdır. Covid19 Aşı Uygulamaları hakkında yapılan basın açıklamalarından, şimdilik 4. doz bakımından, resmi makamların dahi kafa karışıklığı içinde olduğuna şüphe yoktur. Özellikle yurt dışına çıkacak olan kimselere, gideceği ülkece belli tip bir aşının kabul edilmemesi nedeniyle, yeniden aşı vurulmasını gerekli görülmesi tıbbi standart anlamında kabul edilebilir bir durum değildir. Eğer bilimsel verilere dayalı bir tıbbi standart varsa, bu Çin için de Almanya için de aynı olmalıdır. Dahası Dünya Sağlık Örgütü bu düzeni sağlamak için veya tıbbi standartların ülkeden ülkeye neden değiştiğini izah etmek için var olmasına rağmen bu yönde henüz bir adım atmamıştır. Bir ülkenin kabul ettiğini bir diğer ülkenin kabul etmemesi durumu, Covid19 Aşı Uygulamaları için tıbbi standart olmadığını dahası bunların Devletler arası güç dengelerini değiştirmek gayesiyle biyolojik silah olarak kullanılmakta olduğunu da göstermektedir.

Kısaca, bir tıbbi müdahale olarak Covid19 Aşı Uygulamalarını hukuka uygun hale getirecek; yetkili kişi tarafından uygulanması ve tıbbi gereklilik şartları sağlanmadığı gibi tıbbi standart ve rehberlere uygunluk şartının da Covid19 Aşı Uygulamaları bakımından olduğu söylenemez.

1.4. Covid19 Aşı Uygulamaları Bakımından Aydınlatılmış Onam Şartı

Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk şartları bakımından halk arasında en çok bilineni, aydınlatılmış onam adı verilen; tıbbi müdahaleye, tıbbi müdahale uygulanacak kişinin(veya velisinin) anlayabileceği bir dilde ancak tıbbi standartlar çerçevesinde olması şartıyla verilen izin (rıza) şartıdır.

Covid19 Aşı Uygulamaları bakımından yukarıdaki ilk üç şartın sağlanmaması bir yana, kamuoyunda en çok tartışılan husus Covid19 Aşı Uygulamaları bakımından matbu olarak doldurulan ve imza altına alınan “aşı onam forumu” denen belgedir. Kısaca ifade etmek gerekirse, söz konusu belgenin ve üzerine atılan imzanın mevcut yerleşik yargıtay kararları ve doktrini karşısında hukuki değer ve önemi yoktur.

Başka bir ifadeyle, söz konusu imza nedeniyle ne aşıyı uygulaması yapan hemşirenin, ne de özel veya resmi kurumun sorumluluğu ortadan kalkmaz. Hukuki değeri olmayan söz konusu belgenin imzalatılmasındaki gizli saik, vasat bir vatandaşta aşı nedeniyle zarar meydana gelmesi halinde harekete geçmesine göstermelik bir engel koymak olarak düşünülmektedir.

Son olarak bilinmelidir ki, “tıbbi müdahaleye onam formunun” geçerliliğinin olabilmesi için yapılacak tıbbi müdahalenin tüm yönleriyle tabip tarafından tıbbi müdahale yapılacak kişiye onun anlayacağı dilde tüm riskleri ihiva edeeck şekilde yapılması gerekmektedir. Yani Covid19 Aşı Uygulamarının sayfalar dolusu risklerini bir kağıda yazıp imzalatsanız dahi söz konusu imza tabibin aydınlatmasına bağlı olmadığından müdahale yine de hukuka aykırı olacaktır.

Sonuç olarak Covid19 Aşı Uygulamaları, Anayasa, Umumi Hıfzı Sıhha Kanunu ve Ceza Kanunu gibi kamuoyunda sıklıkla zikredilen diğer genel nitelikli kanunlara daha gelmeden, basit birer tıbbi müdahale olarak değerlendirildiğinde dahi hukuka aykırı uygulamalardır. Mevcut uygulama ve takip usulleriyle de hukuka uygun hale gelmesi mümkün gözükmemektedir.

2. Anayasal Haklar Karşısında Covid19 Aşıları

İzah olunduğu üzere, Covid19 Aşılarının “hukuka bağlı adil bir devlet düzeninde” hukuka uygun hale gelmesi için daha gideceği çok yol vardır. Bu bakımdan Covid19 Aşı Uygulamaları için tıbbi standartların oluşması, tıbbi gerekliliğin tam olarak belirlenmesi ve uygulayıcı yetkili kişilerin saptanıp yeterli bilgilendirmeye dayalı rıza ile uygulamaların yapılması tüm dünyada iktidarları zorladığı bilinmektedir.

Bu yüzden hukuk devletlerinde, zorunlu aşı meselesi mevcut iktidarların vatandaşlarına “bahşettiği” tercih meselesi değil, eski dünya düzeninde ortaya konmuş “yaşam ve yaşama hakkını koruyan” hukuk kurallarının, yetkilerini özel sermayeye devretme hevesindeki mevcut iktidarların ayaklarına bağ olma meselesidir.

Covid19 Aşı Uygulamaları, “yeni normal olması beklendiği için” olağanüstü olarak tanımlanmayan bir zamanın ardından gelmiştir. Bu kısmın anlaşılması hukuk tekniğinden ziyade hukuk devletinin gereği olması bakımından çok önemlidir. Bir bakıma, eğer sermayenin güdümünde değilse, mevcut iktidarlara da yaptığı işleri hukuka uygun hale getirmenin yolunu göstermek bakımından dikkate değerdir.

Covid19 tüm dünyada “pandemi” adı ile servis edilmiş; maske, mesafe, diğer tüm olağanüstü uygulama ve kısıtlamalar “pandemi” gerekçesi ile sağlanmıştır. Ancak eski dünya düzeninde olması gereken, “pandemi” gibi durumların hukuk düzeninde “olağanüstü” olarak tanımlanmasıdır. Yani başka bir ifadeyle, eski dünya düzenine göre “savaş” gibi olağanüstü bir durum meydana gelmiş, ancak yeni dünya düzeninde bu “savaş” “olağan” görülerek savaş uygulamalarına geçilmiştir. Bunun doğru bir hukuki yol olduğunu söylemek elbette mümkün değildir.

Bakanlıkların kanunla özel olarak yetkili kılınmadığı müddetçe genelgeyle, genel nitelikte tedbir kararı vermesi hukuka aykırıdır. Bu bakımdan genelgeyle aşı zorlaması yapılması da hem doktrinde(3) hem yüksek mahkeme kararlarında kabul edilmemektedir.

Peki olağanüstü bir dönem olmasına rağmen, geçmişte kriz anlarında idareyi kolaylaştırmak adına “olağanüstü hal ilan etmek için fırsat arayan” iktidarlar tüm dünyayı kasıp – kavuran bir hali neden olağan hal olarak görmüş olabilir?

Bunun başlıca nedeni; tüm iktidar erklerinin daha salgının ilk gününden beri Sermaye kanadı tarafından Covid19 aşılarından önce piyasaya sürülen “yeni dünya düzeni” gerçeğini satın almasıdır. “Yeni dünya düzeni” ve Dünya Ekonomik Formu malı olan “Büyük Sıfırlama(great reset)” tüm dünyaya olağanüstü tanımlanması gereken durumun, olağanüstü değil, “yeni normal” olarak tanımlanmasına yol açmıştır. Bu nedenle geçmişte “hak ihlali sayılacak” nice hal ve uygulama “yeni normal” olarak kabul edilmiştir.

Tüm dünyada ve esas olarak ülkemizde, Pandemi halinde nasıl bir yol izleneceği Anayasa ile “güvence altına alınmıştır”. Öyle ki, Anayasal hakların, belli şartlar dahilinde, belli bir süreliğine, belli kişiler için, belli bir şekilde askıya alınması her ne kadar eski dünya düzeninde kısıtlama gibi görünse de aslında muazzam bir güvencedir. Vatandaşların Devlete olan bağlılığı, Devletin kendi kanunlarına bağlılığı nispetindedir. Ancak yeni dünya düzeninde “eski dünya düzeninden” kalmış devletler istenmemektedir.

Anayasa’nın 119. maddesinde şu ifadelere yer verilmiştir;

Cumhurbaşkanı; savaş, savaşı gerektirecek bir durumun başgöstermesi, seferberlik, ayaklanma, vatan veya Cumhuriyete karşı kuvvetli ve eylemli bir kalkışma, ülkenin ve milletin bölünmezliğini içten veya dıştan tehlikeye düşüren şiddet hareketlerinin yaygınlaşması, anayasal düzeni veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerinin ortaya çıkması, şiddet olayları nedeniyle kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması, tabiî afet veya tehlikeli salgın hastalık ya da ağır ekonomik bunalımın ortaya çıkması hallerinde yurdun tamamında veya bir bölgesinde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.

Olağanüstü hal ilanı kararı, verildiği gün Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde ise derhal toplantıya çağırılır; Meclis gerekli gördüğü takdirde olağanüstü halin süresini kısaltabilir, uzatabilir veya olağanüstü hali kaldırabilir.

Cumhurbaşkanının talebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi her defasında dört ayı geçmemek üzere süreyi uzatabilir. Savaş hallerinde bu dört aylık süre aranmaz.

Olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile 15 inci maddedeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya geçici olarak durdurulacağı, hangi hükümlerin uygulanacağı ve işlemlerin nasıl yürütüleceği kanunla düzenlenir.

Olağanüstü hallerde Cumhurbaşkanı, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, 104 üncü maddenin onyedinci fıkrasının ikinci cümlesinde belirtilen sınırlamalara tabi olmaksızın Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Kanun hükmündeki bu kararnameler Resmî Gazetede yayımlanır, aynı gün Meclis onayına sunulur.

Savaş ve mücbir sebeplerle Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplanamaması hâli hariç olmak üzere; olağanüstü hal sırasında çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri üç ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülür ve karara bağlanır. Aksi halde olağanüstü hallerde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kendiliğinden yürürlükten kalkar.

Anayasa’nın yukarıda tam metnini verdiğimiz 119. maddesi açık hükmü, 2935 Sayılı ve 27.10.1983 Tarihli Olağanüstü Hal Kanunu ilgili maddeleri gereği ülkemizde bugüne kadar uygulanmakta olan tüm kısıtlamaların Anayasa’ya aykırı olduğu açıktır.

Bu durumda, hem Türkiye Cumhuriyeti iktidarının hem de bu kısıtlamaları az bularak sertleştirilmesini talep eden sözde muhalefetinin ve yine dünyanın çeşitli ülkelerinde benzer Anayasa hükümlerine rağmen olağanüstü hal ilan etmeyen iktidarların bir nevi anayasal sağlık darbesi gerçekleştirdiğini hukuk tekniği bakımından dahi tespit edilmemesi neden olabilir?

İki kelime ile “Yeni Düzen”

Çünkü yukarıda işaret edildiği üzere, anayasal hürriyetlerin kısıtlanması hem Türkiye Cumhuriyeti ve hem de diğer eskiden anayasasına bağlı olan devletler bakımından olağanüstü hal ilan edilmesine bağlıdır. Ancak “olağanüstü hal niteliği itibariyle geçicidir” Ancak, -iktidarların iktidarları- yeni düzeni geçici olarak istememektedirler. Çünkü bir daha eskiye dönüş olmayacağı her seviyede yetkili tarafından çeşitli şekillerde dile getirilmiştir.

Diğer yandan 119. madde çerçevesinde her ne kadar soyut norm denetimi yolu kapalı olsa da TBMM onayından sonra OHAL kararları için Anayasa Mahkemesi denetim yolunun açık olduğunu ileri süren görüşler vardır. Yani bir başka ifadeyle olağanüstü hal ilanı, siyasi gelecek kaygısı ve yargısal denetim kaygıları nedeniyle yapılmamaktadır.

Özetle, Zorunlu Covid19 Aşı Uygulamalarının Anayasal Haklar karşısında daha üst bir noktaya alınması ancak doğrudan Anayasa Değişikliği veya daha pratik olarak usulüne uygun olağanüstü hal ilanı ile anayasal hakların askıya alınması yoluyla mümkün olabilir. Ancak bu zorunlulukta elbette yine Anayasa Mahkemesi ve AİHM önünde tartışılmaya açıktır. Bu nedenle “ben yaptım, oldu” usulü çok daha partik olmaktadır.

3. Covid19 Aşısının Zorunlu Tutulması

Yukarıdaki tüm izahatlar bir araya toplandığında bugünkü mevzuat hükümleri karşısında, Covid19 Aşı Uygulamalarının toplum için hukuka uygun şekilde zorunlu olmasının çok kolay olmadığı anlaşılmaktadır. Diğer yandan yine herhangi resmi veya özel kuruluşun Covid19 Aşılarını zorunlu kılma veya hukuki hakları çerçevesinde Covid19 Aşı Uygulamasını kabul etmeyenleri ikinci sınıf vatandaş konumuna düşürerek buna sevk eden düzenlemeler getirme imkanı da hukuken bulunmamaktadır.

Ancak yazının başında değindiğimiz gibi tüm bunlar, “hukuk devleti” olan ülkelerde dikkate alınacak hususlardır. Hukuk Devleti olmayan bir ülkede bir sabah ansızın tüm Covid19 Aşı Uygulamalarını reddedenlerin evlerinden alınarak toplama kamplarında gaz odalarında öldürülmesi veya yakılması Dünya tarihinin görmediği çok da şaşılacak bir olay değildir. Şaşılacak kısım, tarihte zalimlerin küçük bir bölgeye hakimiyet kurarken bugün küreselleşen dünyada bu zalimliğin de küresel nitelikte olmasıdır.

Bizlere gelen sorulardan yola çıkarak çeşitli durumlar için izlenecek hukuki adımları aşağıda sıraladık. Ancak buradaki bilgilere dayanarak, yaşadığınız ülke için “Adaleti, mülkün temeli sanmayınız.” Başka bir ifadeyle, “benim böyle bir hakkım var!” diyerek ortaya çıktığınızda, karşınızdaki faşistlerin “ah öyle mi? Buyurunuz hakkınız, ayıp etmişiz.” diyeceğini zannetmeyiniz. Biz genel olarak, özellikle son dönemde, Hukuki yardım talebinde bulunanlara, “En kötüsünü bekle! Bir küçük ihtimal iyi sonuç çıkarsa şükredersin. Beklediğinden daha kötü çıkarsa sabredersin.” diyoruz. Bu tavsiye siz dostlarımız için de aynen geçerlidir.

Diğer yandan Türkiye’de adli veya idari olsun fark etmez, ortalama yargılama süresinin yaklaşık üç (3) ila beş (5) yıl arasında olduğu dikkate alındığında aşağıdaki hususlarda yargı yoluna başvuracak dostlarımızın, öncelikle kendilerini “maddi ve manevi açıdan” güvene alma veya alternatifleri göz önünde bulundurmaya da davet ederiz.

Diğer yandan ufak bir hatırlatma olarak; Mahkemelerin halinin çok iç açıcı olmadığını, özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra gelen çok büyük hakim tasfiyesi sonucu oluşan boşluğu doldurmak adına hızlıca göreve alınan ve uygulamada, tecrübesiz olmalarına atfen “çocuk hakimler dönemi” olarak adlandırılan sürecin sancılarının halen yaşanmakta olduğunun altı çizilmelidir.

Yargılama kısmındaki bir diğer husus, Mahkemelerin uzmanlık gerektirmeyen en basit konularda, dosya yoğunluğunu bahane ederek, bilirkişilere bel bağlamış olduğu gerçeğidir. Başka bir ifadeyle, hiç de basit bir konu olmayan Covid19 Aşı Uygulamaları ve yaptırımları noktasında yukarıdaki hukuka uygunluk şartlarının ana akım medyadan etkilenen bilirkişiler olacağına şüphe olmasın. Bu durumda Bilirkişinin tıbbi müdahalenin hukuka uygun ve gerekli olduğu yönünde rapor vermesi halinde Hakimlerin bu durumun insan haklarına ve anayasaya aykırı olduğu görüşü ile aksi kanaat vermeleri düşük ihtimaldir. Ancak gerçek bir hakkın verilmesinin düşük ihtimal olması, o hakkında olmadığı sonucuna kesinlikle götürmemelidir.

Şimdi “aşı tehdidine ilişkin” özel durumlara daha yakından bakalım,

3.1. Özel İşyerlerinde İşten Çıkarma veya Kısıtlama Tehdidi Halinde İzlenecek Yol

Öncelikle belirtelim ki, mevcut düzenlemeler karşısında, (ileride Bakanlık genelgeleriyle açıkça ifade edilse dahi) Covid19 Aşısı olunmadığından bahisle hiç kimsenin işine son verilemez veya belirli hakları kullanmaktan kısıtlanamaz.

Bu yönde uygulama ile karşılaşan bireylerin yapması gereken öncelikle söz konusu psikolojik baskı ve ayrımcılığı belgeleme yoluna gitmektir. Türk Usul ve İş Hukuku yazılı delillere daha büyük değer atfetmiş olduğundan söz konusu psikolojik baskı ve ayrımcılığın kayıt altına alınması büyük önem arz etmektedir.

Şurası unutulmamalıdır ki; İşveren, işçisini “herhangi bir gerekçe göstermeden” dahi her zaman işten çıkarabilir. Ancak iş akdinin haklı fesh edilip – edilmediği ve işçilik alacaklarının hak edilip – edilmediği ancak Mahkeme önünde tartışılabilir.

Türk İş hukukuna göre, işverenin talimatına uymayan işçi (somut olay bakımından aşı olmamış işçi) için yapması gereken ilk şey yazılı savunmasını talep etmektir. İşçi yazılı savunması vermesi halinde söz konusu savunma çerçevesinde işçinin işine son verilip – verilmeyeceği işverenin takdirindedir.

Ancak işverenin; bir işçinin “kişisel ve anayasal sağlık tercihi” nedeniyle iş akdini fesh etmesi halinde tüm haklarını ödemesi gerekmektedir. Bu bizlerin hukuki kanaatidir. Ancak bilirkişi raporları ve emsal kararlar işbu kanaatin aksine olması ihtimali de yüksektir.

3.2. Resmi İşyerlerinde Görevden Atma veya Kısıtlama

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu 125. ve devamı maddeleri, disiplin cezaları ile bu hallerde uygulanacak yaptırımları düzenlemektedir. Özel sektörün aksine kamuda çalışan ve “aşı baskısı” gören memurların durumu daha kritik durumdadır. Ancak bu halde de, memurlara “aşı baskısı” yapılması kabul edilemez. Yargıtay denetimindeki İş Mahkemeleri nezdinde olduğu gibi Danıştan denetimindeki İdare Mahkemeleri için de yukarıdaki hususlar aynen caridir.

Ama kısaca bilinmelidir ki, Memurun, aşı baskısını kabule etmediği gerekçesi ile görevden ilişiğinin kesilmesine kadar gidecek boyutta müeyyidelere maruz kalması halinde bu işlemlere karşı da yargı yolu açıktır. Memurun da işçi gibi işbu baskıları usulüne uygun şekillerde kayıt altına alması, aşı olunmaması halinde uygulanacak kısıtlamaları veya yaptırımları yazılı olarak edinmesi büyük önem arz etmektedir.

3.3. Eğitim Kurumlarına Aşı Zorunluluğu

11 Ağustos 2021 tarihinde Sağlık Bakanı tarafından yapılan açıklamalar nedeniyle, Öğrenci ve velileri üzerinde “Covid19 aşı baskısı” meydana getirilmiştir. Bir bakıma anayasal tüm hakları askıya alan yumuşak tıp darbesi yapılmıştır.

Öncelikle bilinmelidir ki, yukarıdaki tüm izahat burada da geçerlidir. Milli Eğitim Bakanlığının, Sağlık Bakanlığının veya İç İşleri Bakanlığının düzenleyici işlem olarak genelgelerle kanun ve anayasanın üzerinde “hüküm doğuracak” maddeler koyması pratik açıdan mümkün olsa da teorik ve teknik açıdan “hukuka aykırıdır.”

Öğretmen, Öğrenci veya velilerin aynen İşçi ve Memur gibi kendilerine aşı baskısı yapılması halinde işbu durumu öncelikle kayıt altına almaları gerekir.

Örneğin bir öğrencinin veya ailesinin aşısı olmadığından bahisle okula alınmaması halinde söz konusu durumun önce tutanak altına alınması ve sonrasında hem suç duyurusunda bulunulması hem de maddi ve manevi tazminat talepli dava açılması mümkündür.

Diğer yandan Devlet Memuru olan öğretmenler bakımından idare mahkemesine başvuru yolu açıkken, sözleşmeli, özel okul öğretmenleri için adli yargı yolu açıktır. Ancak tekrar tekrar altını çizdiğimiz gibi, söz konusu yargı yollarının ve anayasada açık hükümlerin olması dostlarımızı Mahkemelerin anayasa ve kanuna uygun karar vereceği yanılgasına düşürmemelidir. Temenni başkadır, gerçek başkadır.

3.4. Kamusal Alanların Girişin Yasaklanması

Bireylerin aşı olmadığı gerekçesi ile kamusal alanlara girmesinin yasaklanması ve veya ayrı usullere tabi tutulması da hukuken mümkün değildir.

3.5. Yurtdışı Seyahatlerde Aşı Zorunluluğu

Türk Hukuk sistemi Türkiye sınırlarında geçerlidir. Bu bakımdan seyahat edilecek ülkelerdeki “aşı kısıtlamaları” hakkında Türk yargısı tarafından yapılacak herhangi bir şey yoktur.

(Yukarıdaki yazı gelişen olaylara göre zaman zaman güncellenmektedir.)

Tüm bu izahata rağmen hukuksuzluklar mücadele, eski dünya düzeni sevdalısı bizler için ancak birlik olmakla mümkün gözükmektedir. Yalnız kalırsak yok olacağımız şüphesizdir. Birbirimizi desteklemek bu nedenle tercih değil, elzem bir husustur.

İletişim halinde kalmak için (@yesilderman) ve (@yesilderman.dukkan) instagram hesabını takip edebilir ve yesilderman telegram grubuna katılabilirsiniz.

Dipnotlar

(1) Tunçer; Polat, Sağlık Hukuku Temel Bilgileri 2016, s. 26.

(2) Hakeri; Hakan, Tıp Hukuku 2012, s. 255.

(3) Hakeri; Hakan, Tıp Hukuku Özel Hükümler, 2. Cilt 2021, s. 954.

Linkler

* https://assets.publishing.service.gov.uk/government/uploads/system/uploads/attachment_data/file/1009243/Technical_Briefing_20.pdf

** https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-57152957

Versiyon. 1.1

Tarhana

Sabahın ilk ışıklarıyla bir bardak tarhana tüm evi sevgi kokutuyor. YD Mutfak / İstanbul

Bulutlar geçiyor köyün üzerinden. Herkes gün doğmadan evvel uyanıyor. Güneş doğduğunda bütün işler çoktan yarılanmış, hayvan dostlarla ilgilenilmiş ve sobada ısınmış oluyor ekmekler. Evin etrafı da süpürülmüş, çalı süpürgesi değmedik yer kalmamış.

Sobanın üzerinde tarhana çorbası pişmiş, bir taşım kaynamış çoktan da dumanı tütüyor. Yer sofrasının ortasındaki tek tastan içiliyor. Ev ahalisi en az sofranın üstü kadar muhabbetle iç içe oturuyor.

Güneş battığında bütün işler bitmiş oluyor. Yine aynı tas yine aynı tarhana çorbası geliyor önlerine. Belki yokluktan ama başka şeye gerek var mı gülümsüyor hepsi işte. Şükrediyorlar. Akşamın soğuğu dışarda kalıyor. İçleri ısınıyor tüm ferdlerin çorbadan mıdır yeni yakılmış sobadan mıdır bilinmez.

Hayal gibi geldi değil mi? O zamanlarda da türlü türlü dertler vardı muhtemelen. Ama muhabbet de ümit de boldu kalplerde. Az olan çoktu. Market yoktu, makarna yoktu ama çok “tarhana” vardı.

Her evde pişer, her “anne” bilirdi. Her ninenin yaptığı daha başka daha bir güzel olurdu sanki.

Tarhana “yuva” demekti. Samimiyet, masumiyet ve şefkat kokan tarhana aslında kendisi gibi olan çocukluğumuza da açılan pencereydi.

Ninemizin zaman öpücüğü konmuş benekli ve kırışmış elleriyle yaptığı, yaparken bol bol dua kattığı doğal aşıydı tarhana çorbası.

Eskiye; saf ve sade olana ama en çok da samimi olana ait ne varsa içindekiler kısmı da bunlardan ibaretti.

Evlere güneş girmez, mutfak ocakları tütmez olduğundan beri artık “anane” tarhanası pişmiyor. Dip dibe oturanların torunları artık aynı anda sofraya bile oturamadığından güneş battığında, hava kadar evler de biraz soğuyor sanki. Belki de bu yüzden, o son soba evden çıktığından beri hiç bir ev eskisi kadar ısınmıyor artık.

Hepimiz bu kadar ümitsizken ve dünya kaos içindeyken kalkıp bir tarhana çorbası pişirelim. Önce ocağımızda sonra gönlümüzde. Ninemizin deyimiyle kendimize de çok kahır vermeyelim.

Şehirde de olsa her yuva kendi içinde bir köy demek. Bizlere düşen tarhanayı sofradan eksik etmemek.

Bu coğrafyanın evlatlarının, ömürlerinin “altın saatlerinde” paylaşılan kahve fotoğraflarına değil, tarhana yapmaya, tarhana pişirmeye, tarhana içmeye ihtiyacı var.

Bir nesli tarhanasız atlarsak tarhana da biter. Tarhana bittiğinde yuva, emek ve sevgi de hazır çorbalara döner.

Daha neler yazılır, tarhanadan ne şiirler, romanlar çıkar şimdilik burada bitirelim.

Tarhana kadar iç ısıtan günlere kavuşmak temennisi ile.
Mutfaktan sevgiler.

Düşünmek Üzerine

Çok fazla düşünmeden önüne gelenleri tüketen koyunlar. Acelle Yaylası / Sakarya

Ne garip şu dünya. Kalabalıklar içinde yalnız ama yalnızken kalabalıklar içindeyiz.

İçimizin en derinlerinde başlıyor yalnızlıklar ve kalabalıklar. Bir hücreyken karanlıklar içinde hepimiz, o derin karanlıkta tek tek çoğaldık her gün. Öyle ya, gözle görünmez birer hücreydik hepimiz, hiçlikten gelmeden hemen önce.

Ürperiyor insan, geldiği karanlığın derinliğini düşündükçe. Her anı, sanki her an “öyleymişiz” gibi yaşadık. Oysa akan bir nehirde, bilinmez bir hızda ama nehrin uzunluğuna göre çok kısa bir aralıkta akıp giden saman çöpünün üstündeki karıncalar gibiydik. Çöpe yön verirken, nehri beğenmeyenler de bizdik.

Bebektik, anne babamız vardı. Çocuk olduk, akrabaları öğrendik. Büyüdük arkadaş olduk. Kendimizi her aşamada bir şekilde bir yere ait hissettik. Öyle ki daha da büyüdük, milleti tanıdık. Hatta bu millet için tanıdıklardan geçmeyi bile öğrendik. Sonra bir karanlıkta yine tek kalmayı duyduk ve hatta o karanlığa nicesini koyduk.

Bugün kaybettiğimiz en kıymetli beceri düşünmek. Kendi hakkımızda ve varlığımız hakkında. Düşünerek; bir hücreden, bir evrene; evrenden yine toz zerresine yol çizebilmek.

Düşünmüyoruz. “Kendimizi” hiç düşünmüyoruz. Kendimizi düşünmediğimizden, başkasını düşünmeyi de düşünmüyoruz.

Düşünmenin, hayvanlar gibi yaşam ihtiyaçlarını gidermenin ötesinde daha değerli bir şey olduğunu hatrımıza getirmiyoruz.

Bir hücremiz kadar evrene, evren kadar bir hücremize hizmet etmiyoruz.

Geliyoruz, gidiyoruz.

Ekmek – Rustik

Yeşil Derman Mutfak’ta dostlarla birlikte ilk pişen ekmeklerden. YD Mutfak – 2018

Yeşil Derman Mutfak sizlerle çok güzel bir gün geçirdi. Keyfimize diyecek yok. Çünkü bugün “yuvacık” (ekşi mayamız) ilk ekmeğini verdi. Sizler de evlerinizi ekşi maya ekmeği ile mis kokutmaya hazır mısınız?

Yapımı 7 gün süren ekşi maya tarifini vermiş mayayı en son buzdolabına kaldırmıştık. Şimdi onu tekrar kıvama getirip ekmeği yoğurmaya başlayalım. Hazır olan ekşi mayamızı 3 kaşık tam buğday unu yarım çay bardağı su ile besleyip büyük boy cam kavanoza aktaralım. Kaloriferin üzerine koyup kabarmasını bekleyelim. Kavanoza ip veya lastik bağlarsanız ne kadar kabardığını kolayca takip edebilirsiniz.

Geniş bir kapta 250 gram (2,5 su bardağı) tam buğday unu ve 500 gram (5 su bardağı) unu 1 tatlı kaşığı kaya tuzunu karıştıralım. 1 su bardağı ekşi maya ilave edelim. Mayanın artan kısmını sonra tekrar kullanmak üzere un ve su ile besleyip buzdolabına kaldıralım.

Hamur karışımına 3,5 bardak su ilave edip yoğuralım. Hamurun yapısı ele yapışan bir kıvamda olmalı. Havlu ile kabın üzerini örtüp mayalanmaya bırakalım. Biz akşam yapmaya başladığımız için sabaha kadar mayalanmasını beklemiş olduk.

Sabah olduğunda hamurumuz artık iyice gevşemiş ve dinlenmişti.

Gözenekleri tam olmasa da, ilk olan her zaman en güzelidir. YD Mutfak – 2018

Pişirme kısmında herkes kendi fırınına ayar yapmalı. Biz fırınımızı fanlı alt üst 200-250 dereceye ayarlamıştık. Fırın kaplarımızı ısıtıp içlerine çok hafif zeytinyağ sürüp hamuru aktaralım. Ekmeğin kızarması için hamurun üzerine biraz su sürelim ve görsellik için un serpelim. Bıçakla şekil de verelim. Isınmış ve içinde biraz su olan fırın tepsisine kaplarımızı yerleştirelim. Artık pişmeye hazırlar. 30-40 dk içinde hazır olacaktır.

Ekmekler kabarıp üstü kızardığında alt üst ayarında değişiklikler yapabilirsiniz. Yanmayıp içinin de piştiğinden emin olmak için bıçak batırıp test edebilirsiniz. Ekşi mayalı ekmeğiniz yuvanızı mis kokutmuşsa bu iş oldu demektir.

Ekşi Maya

Ekşi Maya Nedir?

Ekşi maya demek, tam buğday unuyla suyun karışımında ortaya çıkan mikroorganizma demektir. Yani maya bildiğiniz nefes alan, beslenen, büyüyen ve ölen bir canlıdır. Daha doğrusu canlılar topluluğudur. Bu yüzden mayayı sadece basit bir gıda olarak değil, sizlere gıdalar hazırlayan evcil hayvanlarınız olarak düşünmeniz daha doğru olur.

Ekşi Maya Tarihi

Ekşi mayanın tarihi hakkında kaynaklarda çok çeşitli bilgiler yer almaktadır. Tam olarak ne zaman ortaya çıktığı, ilk kimin kullandığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak milattan önce 4000 yıllarında Mısır’da ilk olarak kullanıldığına dair tarihi vesikalara ulaşılmıştır.

Herşeyin başladığı nokta. Biraz un, biraz su. Hepsi bu. YD Mutfak – 2018

Ekşi Maya Hazırlamak İçin Gerekli Olanlar

Ekşi Mayanın hazırlanışı için iki temel gıdaya ihtiyaç bulunmaktadır. Un ve su. Bu kadar. Başka en ufak bir şeye ihtiyacınız olmasa da herkesin ekşi mayasının aynı olmaması veya hiç olmamasının nedenlerine konunun başında değinmekte yarar var.

Öncelikle ilk olarak, un denildiğinde herkesin aklına aynı şey gelse de, içerik olarak unlar çok çeşitlidir. Buğdayın öğütülerek ve elenmek dahil hiç bir başkaca işlemden geçmeden ortaya çıkan haline “tam” denir. Ekşi maya hazırlamak ve sonrasında beslemek için kullanılan un da işte unun bu “tam” halidir.

Burada ikinci olarak altı çizilmesi gereken husus, buğdayın çeşididir. Buğdayın, tıpkı domates, zeytin, biber ve daha nicesi gibi tek bir çeşidi yoktur. Karakılçık, İza, Kızıl Anadolu, Kavılca, Siyez ve Dinkel gibi onlarca çeşidi vardır. “Yeşil Derman ailesi olarak bizler ekşi maya için, “Karakılçık” olarak bilinen bir buğday çeşidinin “tam” halini kullanıyoruz. Ancak sizler elbette başka bir buğday çeşidinin tam halini tercih edebilirsiniz.

Bu aşamada dikkat edilmesi gereken husus, marketlerde satılan paketli endüstriyel “tam” buğday unlarının bozulmaması yani “mikroorganizmalar” barındırmaması için çeşitli işlemlerden geçirilmesi söz konusu olabilmektedir. Bunun sonucu olarak da ekşi mayayı ortaya çıkaracak mikroorganizmalar da gelişememektedir.

Ekşi mayayı hazırlarken kullandığımız tam buğday unu kadar, suyun niteliği ve ortam sıcaklığı da ekşi mayanın oluşumuna ve gelişimine etki eder. Dahası her evin mikrobiyotası, yani o evde yaşayanların oluşturdukları bakteri florası da kendine has olduğundan bu husus dahi ekşi mayanın gelişimine müspet veya menfi etki etmektedir. Bu nedenle aşağıda geniş olarak izah olunacak ekşi maya hazırlanışı aşamalarını tamamen aynı olarak yaptığınızı düşünseniz de, steril bir laboratuvar ortamında çalışmadığınız müddetçe elde edeceğiniz sonuçlar aynı süreçleri takip eden kapı komşunuzla aynı olmayabilir.

İki temel ihtiyaçtan sonra, maya gelişimini iyi bir şekilde takip edebilmek için bir cam kavanoza ve lastiğe de ihtiyacınız var. Cam kavanoz gözeneklerin yapısına, lastik ise mayanın gelişim kapasitesi hakkında fikir verecektir.

Son olarak ekşi maya hazırlama sürecinde hassas bir mutfak terazisi de çok büyük yardımcı olacaktır. Çünkü ekşi maya hazırlama, besleme ve sonrasında ekmek yapma aşamalarında göz kararı “doğru” karışımlar yapmak oldukça zordur. Dahası eğer süreç sonunda elde ettiğiniz şeyden memnun olmazsanız, nerede, neyi ve ne kadar değiştirmeniz gerektiğini de anlayamazsınız. Kısaca ölçmeden, değerlendiremezsiniz.

Sonuç olarak işe koyulmadan önce elimizde olması gerekenler ve tüm süreç boyunca kullanacak olduğumuz malzemeler, tam buğday unu, içme suyu, ahşap kaşık, cam kavanoz, lastik ve mutfak terazisi.

Haydi şimdi başlayalım.

Ekşi Mayayı Hazırlama Aşamaları

Yukarıda anlattığımız tüm hususları göz önünde tutarak aşağıdaki adımları takip ederseniz 5 – 7 gün içinde kendi ekşi mayanıza sahip olabilirsiniz.

  1. Gün: Mayanız hazırlık aşamasında 24 saat esasına dayalı bir bakım isteyecektir. Bu yüzden un ve suyu bir araya getireceğiniz saate dikkat edin. 1. gün yapmanız gereken 10 gr (1 yemek kaşığı) un ve 10 gr (1 yemek kaşığı) ılık (85 derece) suyu karıştırıp, cam bir kavanozda karışımın üst kısmında lastikle işaretli olarak üstü örtülü olarak, ikinci gün işleme kadar ellenmeyecek bir köşede -çocuklu aileler için önemli bir nokta-, bu karışımı oda sıcaklığında (21 derece) bekletmeye almanızdır.
  2. Gün: Yine aynı saatte mevcut 20 gr ağırlığındaki karışımınızı; 40 gr un ve 40 gr ılık (85 derece) suyla beslemelisiniz. Teknik olarak buna (20/40/40) şeklinde besleme yaptığınız için (1/2/2) besleme denir. Ekmek yapanlar bu oranları çok sevdiğinden sizlerin de bu oranlara alışmanızı tavsiye ederiz.
  3. Gün: Yine aynı saatte elinizdeki 100 gr ağırlığındaki karışımın üstünden 50 gr alınır ve kenara ayrılır. Geriye kalan 50 gr yine (1/2/2) oranında beslenir. Bu da 50 gr mevcut karışım, 100 gr un ve 100 gr ılık (85 derece) su demektir.
  4. Gün: Bugün elinizde 250 gr karışım bulunmaktadır. Yine 250 gr ağırlığındaki bu karışımın üstünden 200 gr alınır ve kenara ayrılır. Geriye kalan 50 gr yine (1/2/2) oranında beslenir. Bu da 50 gr mevcut karışım, 100 gr un ve 100 gr ılık (85 derece) su demektir.
  5. Gün: Dördüncü gün yapılan işlem aynen tekrar edilir.
  6. Gün: Beşinci gün yapılan işlem aynen tekrar edilir.
  7. Gün: Bir önceki güne göre mayanın lastiğe göre iki kat büyüdüğünü görebiliyorsanız ve gözenekli bir yapı ve ekşi bir koku oluştuysa mayanız olmuş demektir.
Yedi günlük besleme süreci sonunda oluşan bir ekşi maya. YD Mutfak – 2018

Ekşi Mayanın Saklanması

Ekşi mayanın olduğuna kanaat getirdikten sonra, ekmekçilerin adeti olduğu üzere kendisine bir isim vererek, dolapta +4 derecede saklamaya alıyoruz. Eğer dolabınızda bunu ayarlama imkanınız yoksa, bu kısım genellikle dolaplarda buzluktan en uzak köşedir.