(ZS)orunlu PCR Testi Uygulaması

20.08.2021 Tarihli ve “Bazı Faaliyetler İçin PCR Zorunluluğu” başlıklı İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan genelge(*) kamuoyunda tepki ile karşılandı. Konuya sağlık hukukçusu gözüyle baktığımızda aklımıza takılan hususları bir araya getirdik.

Daha önce kaleme aldığımız (ZS)orunlu Aşı Meselesi başlıklı yazımızdaki hususlara olabildiğince değinmeden PCR Testi bakımından konuyu tahlil etmeye çalıştık.

1. PCR Testinin Tıbbi Müdahale Olarak Hukuka Aykırı Olması

Öncelikle belirtmek de yarar var ki, tıpkı aşı gibi PCR Testi Uygulaması da bir tıbbi müdahaledir. Bu bakımdan PCR Testi uygulamasının da diğer tıbbi müdahaleler gibi hukuka uygunluk şartlarını taşıması gerekir. Bu şartlar, (ZS)orunlu Aşı Meselesi yazısında detaylı olarak incelediğimiz gibi; yetkili kişi, tıbbi gereklilik, tıbbi standart ve aydınlatılmış onamdır.

Öncelikle PCR Testi uygulamasının da tıpkı Covid19 Aşı Uygulamaları gibi hasta ile doğrudan muhatap olan, hastanın aydınlatılmış onamını bizzat alan ve tıbbi müdahalelerde asıl yetkili kişi olan doktorun talimatı ile yapılması gerekir. Yani idari talimat ile Covid19 Aşı uygulaması gibi hiçbir tıbbi müdahale yapılamayacağı gibi yine bir tıbbi müdahale olan PCR Testi de yapılamaz. Başka bir ifadeyle İdare, hiç bir şekilde tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk şartları arasında aranan “yetkili kişi” yerine geçemez.

Hatalı sonuç verme ihtimali olduğu çeşitli bilimsel yayınlarda ifade edilen ve bu nedenle tıbbi standart olduğu kabul edilmesi mümkün olmayan PCR Testi Uygulamasının salgının seyrini kontrol altına almak için tıbbi gereklilik olarak görmek kabul edilebilir değildir.

Son ve en önemli husus, PCR Testi uygulamasının diğer tüm tıbbi müdahaleler gibi hastanın aydınlatılmış onamı olmadan yapılamayacağıdır.

2. PCR Testini Zorunlu Kılan Genelgenin Hukuki Değeri

PCR Testi gibi bir tıbbi müdahalenin İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan genelge ile zorunlu kılınması mümkün değildir. Bunun en temel nedeni söz konusu genelgede uyulması talimatı verilen gösterilen 24.04.1930 kabul tarihli 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ilgili maddeleridir.

Genelge ile verilen talimatta gösterilen 27. maddede şu ifadelere yer verilmiştir;

Umumi hıfzıssıhha meclisleri mahallin sıhhi ahvalini daima nazarı dikkat önünde bulundurarak şehir ve kasaba ve köyler sıhhi vaziyetinin ıslahına ve mevcut mahzurların izalesine yarayan tedbirleri alırlar. Sari ve salgın hastalıklar hakkında istihbaratı tanzim, sari ve içtimai hastalıklardan korunmak çareleri ve sıhhi hayatın faideleri hakkında halkı tenvir ve bir sari hastalık zuhurunda hastalığın izalesi için alınan tedbirlerin ifasına muavenet eylerler.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 27. Maddesi

Sonuç olarak Kanunun bu maddesinden İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü‘nün “kendisine vazife çıkarmasının” hukuki anlam ve değeri yoktur. Her ilin kendi umumi hıfzıssıhha meclisi “gerekirse, talimat olmaksızın kanunun kendisine verdiği yetki gereği” karar alacaktır ve almalıdır.

Konunun daha iyi anlaşılması için bir örnek vermek gerekirse, İç İşleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü‘nün bu genelgesi, bir bakıma Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü‘nün “hakimler hırsızlık yapanları kasten adam öldürme suçundan cezalandırmakla” yükümlüdür şeklinde talimat genelgesi yayınlamasına benzemektedir ki abes bir iştir.

Adalet Bakanlığı, Hakimlerin nasıl karar vereceğine karışamayacağı gibi, İç İşleri Bakanlığı da Umumi Hıfzıssıhha Meclislerinin nasıl karar alacağına doğrudan karışamaz. Karışmamalıdır. Adalet Bakanlığı (veya HSK) ancak kanuna açıkça karşı gelen (!?) (Savcı Eyyüp Akbulut) gibi kişiler hakkında soruşturma başlatıp, kanunun verdiği yetkilere dayanarak görevden el çektirmek gibi işlemler yapabilir. Aynı şekilde İç İşleri Bakanlığı da yine Kanun ile kendisine verilen yetkiyle sınırlı olarak Umumi Hıfzıssıhha Meclislerinin kanuna aykırı işlem yapması halinde ilgili valiyi veya kaymakamı merkeze çekebilir veya başkaca yaptırımlar uygulayabilir.

Genelge de gösterilen bir başka dayanak ise 72. madde olup bizleri ilgilendiren kısmı, ilk cümledir. Diğer kısımları genel kültür olması açısından okunabilir. Maddede şu ifadelere yer verilmiştir;

57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:

             1 – Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz’ı.

             2 – Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.

             3 – Eşhas, eşya, elbise, çamaşır ve binaların ve fennen intana maruz olduğu tebeyyün eden sair bilcümle mevaddın fenni tathiri.

             4 – Hastalık neşreden haşarat ve hayvanatın itlafı.

             5 – Memleket dahilinde seyahat eden eşhasın icap eden mahallerde muayenesi ve eşyalarının tathiri.

             6 – Hastalığın sirayet ve intişarına sebebiyet veren gıda maddelerinin sarf ve istihlakinin men’i.

             7 – Dahilinde sari ve salgın hastalıklardan biri zuhur eden umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 72. Maddesi

Genelgede gösterilen 72. maddenin atfı ile, bu maddede öngörülen tedbirlerin sadece 57. maddede sayılan hastalıklar bakımından uygulanabileceği açıkça düzenlenmiştir. Yine Genel Kültür olması açısından 57. maddenin metni şu şekildedir;

Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi – paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) – bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak’ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 57. Maddesi

Görüldüğü üzere Kanun tarafından sayılan hastalıklar bellidir. Covid19 bu hastalıklardan biri değildir. Bu nedenle nasıl ceza kanundaki hırsızlık suçu nedeniyle kasten adam öldürme suçu maddesinde düzenlenen ceza verilemeyeceği gibi, aynı şekilde kanunda gösterilmemiş bir salgın hastalık ile “sanki gösterilmiş” gibi tedbir uygulanamaz. Umumi Hıfzıssıha Meclislerinin yetkileri 57. maddede gösterilen hastalıklarla sınırlıdır. Sağlık konularında yetkisi olmayan bir Bakanlığın genelge talimatı olması söz konusu meclisleri yetkili kılmayacaktır.

Kanunda gösterilmeyen Covid19 gibi bir salgın(!) hastalık hakkında kararlar ve tedbirler alabilecek yetkili Bakanlık, İç İşleri Bakanlığı değil, Sağlık Bakanlığıdır. Kanunun 64. maddesinde sürekli görevlendirilen Bakanlık Sağlık Bakanlığıdır.

57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.

1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 64. Maddesi

Kısaca yetkili olmayan bir idare tarafından yine yetkili olmadığı konularda Genelge ile Kanuna aykırı talimat verilemeyeceğinden, söz konusu PCR Testi Zorunluluğuna ilişkin talimat genelgesi hukuken yok hükmündedir.

PCR Testi sonucu isteyen kurumlar aleyhine bu nedenle Kurumun özel veya resmi kurum olmasına göre idare veya hukuk mahkemelerinde dava yolu açıktır.

Dava yolunun açık olmasından, davadan kesin sonuç alınacağı anlamı elbette çıkarılmamalıdır. Sonuçta, ülkemizde “yeni normal” adı altında Olağanlaştırılmış Olağanüstü Hal uygulaması bulunmaktadır.

Hukukta asla yeri olmayan bu yaklaşım nedeniyle, Savcı Eyyüp Akbulut’un uğradığı meçhul son gibi hukukta asla yeri olmayan sonuçların ortaya çıkması daima mümkündür.

Bu yazı ve internet sitemizdeki diğer hukuki yazılar bireysel hukuki kanaatler olup, kesinlikle hukuki tavsiye niteliği taşımamaktadır.

(*) Tarafımızdan da hukuka aykırı “talimat genelgesinin iptali” için gerekli hukuki süreçlerin başlatıldığını dostlarımızın bilgisine saygılarımızla sunarız.

Versiyon: 1.0.

MEB’in Aşı Bilgisi Talebinin Hukuki Boyutu

Bu yazının yaklaşık okunma süresi: 5 dakika

Milli Eğitim Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer tüm Bakanlıkları gibi Anayasa ve Kanunlara bağlı olarak hareket etmesi gereken devlet kurumlarından biridir. En özet hali ile; Milli Eğitim Bakanlığı, öğrenci, öğretmen ve velilerden ilgili mevzuat tarafından açık bir şekilde yetkilendirilip öngörülmediği müddetçe bireylere özgü kişisel verileri talep edemez, toplayamaz ve işleyemez.

Söz konusu durumun hukuki dayanağı Anayasa’nın 20. maddesi 3. fıkrası olup aynen şu şekildedir;

Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.

17.03.2016 tarih ve 29656 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak iç hukuka dâhil edilen ve bugün 108 sayılı Sözleşme olarak bilinen Kişisel Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Bireylerin Korunması Sözleşmesi‘nin temel amacı, uyruğu veya ikamet yeri neresi olursa olsun kişisel verilerin işlenmesine ilişkin olarak her bireyin korunması ve başta gizlilik hakkı olmak üzere bireylerin insan hakları ve temel özgürlüklerine gösterilecek saygıya katkıda bulunulmasıdır. Buna göre veri işleme, açık, belirli ve meşru amaçla orantılı, adil, şeffaf, belirli, ölçülü ve sınırlı süreyle olur.

Diğer yandan 07.04.2016 tarihinde resmi gazetede yayınlanan 6698 Sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu (KVKK) 2. maddesindeki tanımlara göre; kişisel veri, Kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi kapsamaktadır. Bu tanım gereği, doğrudan kişinin kimliğine atfedilen durumlar değil, kişisel tercihi belirten ve/veya ona ulaşılmasını sağlayan her türden bilgi kişisel veri olarak kabul edilmektedir. (1)

Yine KVKK 4. maddesinde, Kişisel verilerin, ancak bu Kanunda ve diğer kanunlarda öngörülen usul ve esaslara uygun olarak işlenebileceği düzenlenmiştir. Bununla birlikte Kanun 6. maddesinde; Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi veya diğer inançları, kılık ve kıyafeti, dernek, vakıf ya da sendika üyeliği, sağlığı, cinsel hayatı, ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veri başka bir ifadeyle hassas kişisel veri olarak tanımlamaktadır.

Diğer yandan Kanun, kişisel verilerin işlenmesindeki temel ilkelere de yer vermiştir. Bu ilkeler şu şekilde sıralanmıştır;

a) Hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olma.

b) Doğru ve gerektiğinde güncel olma.

c) Belirli, açık ve meşru amaçlar için işlenme.

ç) İşlendikleri amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olma.

d) İlgili mevzuatta öngörülen veya işlendikleri amaç için gerekli olan süre kadar muhafaza edilme.

Diğer yandan Kanun; açık bir şekilde Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesinin yasak olduğunu belirtmiştir. Diğer yandan rızanın sonradan verilebileceği doktrinde kabul edilmektedir. (2) Ancak kimi durumlarda açık rızanın aranmayacağı da yine Kanun ile düzenlenmiştir. Buna göre, Sağlık ve cinsel hayata ilişkin kişisel veriler ise ancak kamu sağlığının korunması, koruyucu hekimlik, tıbbî teşhis, tedavi ve bakım hizmetlerinin yürütülmesi, sağlık hizmetleri ile finansmanının planlanması ve yönetimi amacıyla, sır saklama yükümlülüğü altında bulunan kişiler veya yetkili kurum ve kuruluşlar tarafından ilgilinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir.

Bu durumda Milli Eğitim Bakanlığı, kamu sağlığının korunması gerekçesi(bahanesi) ile ilgilinin açık rızası olmadan dahi özel nitelikli kişisel verileri işleyebilir. Yani bir başka ifadeyle, Milli Eğitim Bakanlığı, öğrenci, veli ve öğretmenlere “Aşı olup – olmadığı” bilgisini sorarak kişiler üzerinde aşı baskısı ve yaptırım tehditi oluşturmak yerine, doğrudan yukarıda gösterilen gerekçelerle Sağlık Bakanlığı aşı veri tabanından kimlerin aşısız olduğunu kolaylıkla öğrenerek uygulayacak olduğu yaptırımları açıklayabilir. Ancak uygulamada öğrenci, veli ve öğretmenlere bu sorunun sorulmasının altındaki saik (gizli düşünce) aşıya yönlendirmekten başka bir şey değildir.

Diğer yandan, Sağlık Bakanlığı’nın KVKK “Kabahatler” başlıklı 18. maddesinde doğrudan kamu kurumları için düzenlenen yaptırımlardan kaçınmak gayesi ile aynı kanunun 10. maddesi çerçevesinde sorumluluk almayarak Milli Eğitim Bakanlığı ile kişisel verileri paylaşmadığı da düşünülebilir.

Bu durumda da KVKK 18. maddesi, Milli Eğitim Bakanlığı için söz konusu olur. Yani daha anlaşılır bir ifade ile, Milli Eğitim Bakanlığı, KVKK 10 uncu maddesinde öngörülen aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmeyenler hakkında veya 12 nci maddesinde öngörülen veri güvenliğine ilişkin yükümlülükleri yerine getirmeyenler hakkında sorumluluğu doğacaktır.

Özetle, MEB tarafından; öğrenci, veli veya öğretmenlerin özel nitelikli kişisel verilerinin talep edilmesi ancak ve ancak Kişisel Verilerin Korunması Kanununda öngörülen usulde olabilecektir. Bu bakımdan SMS, Whatsapp gibi iletişim araçlarıyla istenen bilgilerin hukuki anlam ve değeri yoktur.

Milli Eğitim Bakanlığı açık bir şekilde kişisel verilerin hangi gerekçe ile, hangi süre için ne şekilde veri sorumlularını da göstererek ancak bu bilgiyi toplayabilir. Aksi durum, Bir Devlet kurumunun Kanuna uymadığı sonucuna götürür.

Devletin Kanundan çok daha güçlü kendi Anayasasını genelgelerle deldiği göz önüne alındığında, söz konusu durum şaşırtıcı da değildir. Ancak vatandaşların ihlal edilen kanuni haklarını bilmesi açısından konu önem arz etmektedir.

Dipnotlar

(1) Başdağ; Dilek Gökçe, 4857 Sayılı İş Kanunu Bağlamında Çalışan Sağlık Verilerinin İşleme Koşulları, Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 5, Sayı: 1-1, 2020, s. 391.

(2) Braun; Cihan Avcı, Kişisel Verilerin İşlenmesinde Rıza, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 15, Sayı: 1, 2018, s. 16.

Versiyon: 1.0

Türkiye’de Okulsuz Eğitim veya Ev Okulu Mümkün mü?

Tahmini Okuma Süresi: 10 Dakika

11 Ağustos gecesi; tıpkı 11 Eylül ikiz kuleler saldırısının dünya için, 11 Mart Pandemi ilanının Türkiye için dönüm noktası olması gibi Türkiye için yine yeni bir dönüm noktası oldu.

Önce Sağlık Bakanı tarafından yapılan, “Covid19 Aşısının tercih değil, ödev olduğu” yönündeki beyanlar, ardından Cumhurbaşkanının, “Aşı olmamayı tercih etmeyi insan hakkı olarak görmüyorum.” şeklindeki beyanlarının ardından “şimdilik” eğitim alanında Covid19 aşısı olmayı tercih etmeyenlere yönelik ilk defa resmi kanaldan tehdit geldi. Bu tehditle birlikte yine (@yesilderman) instagram hesabı üzerinden anne babaların endişe dolu mesajları ile muhatap olduk. Anne babalara destek ve fikir vermek açısından “çocuğu okula göndermenin sonucu ne olur?” sorusunun cevabını bu yazıda birlikte arıyoruz.

Öncelikle belirtelim ki, yazıyı okumak için uzun uzun vakti olmayan dostlar bilmeliler ki; Türkiye’de ev okulu veya okulsuz eğitimi hukuken mümkün değildir, dahası yasaktır.

İkinci bir husus ev okulu ile okulsuz eğitim kavramlarının birbirinden ayrılması gerektiği noktasındadır. Ev okulu kısaca devletin resmi müfredatının evde uygulanmasıdır. Okulsuz eğitim ise müfredattan tamamen bağımsız olarak çocukların istediği şekilde eğitim süreçlerini takip etmelerini ifade eder.

1. TÜRKİYE’DE ZORUNLU EĞİTİM

Türkiye’de zorunlu eğitim hakkında temel kanun maddesi şu şekildedir;

Madde 2 – İlköğretim, ilköğrenim kurumlarında verilir; öğrenim çağında bulunan kız ve erkek çocuklar için mecburi, Devlet okullarında parasızdır.

222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu

Bu açık kanun maddesi karşısında okul dışında eğitim verilmesi kanunen mümkün değildir. Bu madde öğrenci ve veliler kadar doğrudan öğretmenleri de ilgilendiren bir kanun maddesidir.

Yüksek Mahkeme bu konuda bir kararında şu ifadelere yer vermiştir;

222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun 2. maddesi gereğince ilköğretim, öğrenim çağındaki kız ve erkek çocuklar için zorunludur. Aynı yasanın 52. maddesi hükmüne göre her öğrenci velisi, yahut vasisi veya aile başkanı çocuğunun zorunlu ilköğretim kurumuna muntazaman devamını sağlamakla ve özrü yüzünden okula gidemeyen çocuğunun durumunu en geç üç gün içinde okul idaresine bildirmekle yükümlüdür. Mülki amirler, ilköğretim müfettişleri ve zabıta teşkilatı, ilköğretim çağındaki çocukların zorunlu ilköğretim kurumlarına devamlarını sağlamakla, veli yahut vasi veya aile başkanlarına ve okul idarelerine yardımla ve her türlü tedbiri almakla vazifeli kılınmışlardır. Yasanın 53. maddesinde, okul idaresinin muhtar ve mülki amirlerin bu konuda yapacakları işlemler ve alacakları tedbirler açıklandıktan sonra 54. maddesinde; bazı durumlarda öğrencilere bir yıl içinde 15 günü geçmemek üzere okul idaresince izin verileceği bildirilmiştir. 55. maddesinde ise tüm tedbirlere rağmen çocuğunu okula göndermeyen veli, vasi veya aile başkanları hakkında ne gibi işlemler yapılacağı hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeye göre okul idaresinin durumu köylerde muhtarlığa, diğer yerlerde mülki amirliğe hemen bildirmesi, muhtar ve mülki amirlerin en geç üç gün içinde durumun veli, vasi veya aile başkanına tebliğini sağlaması gerekmektedir. Bu tebliğe rağmen çocuğunu okula göndermeyen veli, vasi veya aile başkanlarına yasanın 56. maddesi gereğince idari para cezası kesilebilecektir.

(Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2004/7451 E., 2005/1314 K., 15.02.2005)

Kararda bahsi geçen, 12.01.1961 tarihinde resmi gazetede yayınlanan 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu halen daha geçerlidir. Kanunun 2008 yılında değiştirilen 56. maddesi aynen şu şekildedir;

Muhtarlıkça veya mülkî amirce yapılan tebliğe rağmen çocuğunu okula göndermeyen veli veya vasiye okul idaresince tespit edilen çocuğun okula devam etmediği beher gün için onbeş Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu para cezasına rağmen çocuğunu okula göndermeyen veya göndermeme sebeplerini okul idaresine bildirmeyen çocuğun veli veya vasisine beşyüz Türk Lirası idarî para cezası verilir.

Söz konusu para cezaları kaymakamlık ve valilikler tarafından günümüze uyarlanarak uygulanacaktır. Yani günlük 15,00 TL ve ebeveynlere 500,00 TL olarak belirlenen miktarlar bu bakımdan değişebilir niteliktedir.

İdari para cezaları yanında velilere yönelik başkaca yaptırımların uygulanmasının ise -şimdilik- kanuni dayanağı bulunmamaktadır.

2. OKULSUZLUK VE OKULSUZ EĞİTİM

Yukarıdaki mevzuat ve Yüksek Mahkeme kararlarından sonra okulsuzluk ve okulsuz eğitim kavramlarını irdelemek yerinde olacak.

Okulsuzluk, öğrenmeyi, her bir çocuk ve ailenin özel ihtiyaçlarına uygun hale getirme yöntemidir. Hiçbir iki okulsuz aile aynı yolu takip etmez ya da aynı okulsuz aile içindeki iki çocuk tamamen aynı yönde gitmek zorunda değildir. (1)

Okulsuzluk, nefes almak veya susayıp acıkmak gibi doğal bir ihtiyaçtır. Özel olarak öğrenilmeden, kendiliğinden ister – istemez gerektiği yerde, gerektiği kadar olduğunda en üst seviyede faydası olur.

Okulsuzluk; bir kişinin, istediği şeyi, istediği zamanda, istediği şekilde, istediği yerde ve kendi sebepleri adına öğrenmesidir. Başka bir ifadeyle Okulsuz eğitimde çocuğun liderliğinde, onun ilgi alanlarına, yeteneklerine, öğrenme hızına ve potansiyeline göre eğitim verilir. Yine bir başka deyişle çocuklara bilgiyi doğrudan vermek yerine bilgiye nasıl ulaşacağını öğretmek, okulsuz eğitimin temel felsefesini oluşturmaktadır. 

Konunun anlaşılması için “şimdilik mecburi” 0-4 yaş arasında yapılmakta olan okulsuz eğitim, hayatın en temel konularına ilişkindir ve bu dönemde asla belli bir müfredat izlenmez. Oturma, emekleme, sıralama, yürüme, konuşma, temel fizik hareketleri ve sosyalleşme (yabancılama) belli bir müfredat çerçevesinde verilmese bile tüm çocuklar bu süreci ebeveyn gözetiminde birbirine çok yakın şekilde tamamlar.

İşin ilginç yanı ise 0-4 yaş sonrası başlar. Modern toplum; tüm okul derslerinden daha zor olan yürümek, konuşmak gibi yoğun fizik ve zihin çalışması gerektiren konularda işi çocukların “öğrenme ihtiyacına” güvenerek tamamen onlara bırakırken; daha basit olan matematik ve diğer temel bilimler kısmı için çocuğu toplama kamplarına alır ve ağır şartlarda zorla belli konuları öğretmeye çalışır.

Şurası unutulmamalıdır; eğer 12 aylık tüm çocukların aynı şekilde yürümesi ve konuşması gerektiğini düşünüp, bu çocukların konuşma ve yürüme becerilerine not vermeye kalkışırsanız, maalesef bir kısım çocuk sınıfta kalacaktır. Böyle bir notlandırma ve sınıflandırma 0-1 yaş arasında ne kadar gereksiz ve abes duruyorsa aynı şekilde örneğin 10-11 yaş arasındaki çocuklar için de gereksiz ve abestir.

Kapalı kapılar ardında, nizami bir ortamda öğrenmek yerine okulsuz eğitim alan çocuklar hayatın, doğanın içinde yaşayarak, deneyip yanılarak öğrenebilir. Bu da öğrenilenlerin ezberlemekten daha kalıcı olmasını sağlar.

Çocukların kısıtlı alanlar yerine zengin çevrelerde yaşaması onların beyinlerinin gelişimine doğrudan etkili. Bu konuda yapılmış fare deneylerinde iki farklı kafes ayarlanmış bir kafes oyuncaklarla ve koşma çemberiyle donatılmış diğeri ise boş bırakılmıştır. Sonuç olarak çevre şartları daha çeşitli olan farelerin beyninin yapısal olarak daha çok geliştiği görülmüştür. (2)

Beş çocuğuna da okulsuz eğitim veren çocuk doktoru Kathleen Berchelmann, evde eğitim vermesinin şu avantajlarından faydalandığını söylüyor:

• Okulsuz eğitim daha az zaman kaybı yaşatıyor. Okula ulaşmak için serviste/arabada geçen zaman ve sonra dönünce ödev yapmakla geçen zaman sizin oluyor.

• Çocuklar evde akademik olarak daha fazla gelişim gösteriyorlar.

• Evde eğitim zor değil ve hatta eğlenceli. Esnek bir zaman planlamasına kavuştuk.

• Çocuklar okula gitmeden de spor, sanat gibi kamu hizmetlerinden yararlanabiliyor.

• Evde eğitime geçtiğimizden beri annelikten çok daha fazla keyif alıyorum. Önceden kendimi sadece bir okul servisi, ev ödev kontrolörü, aşçı ve denetçi gibi görüyordum.

• Çocuklara artık daha az bağırıyoruz. Sevgiye dayalı bir otoritemiz oluştu.

• Çocuklarımıza günlük yaşam becerilerini aktarabiliyoruz. Küçük çocuklar büyük çocuklardan öğreniyorlar. Bu verimlilik sağlıyor.

• Daha az para harcıyoruz. Özel okula göndermek, servis parası vermek ya da bir bakıcı tutmak zorunda değiliz.

• Akran baskısının yerine çocuklarımız daha sağlıklı sosyalleşebiliyor. Video oyunları, abur cuburlar gibi okulun kötü etkilerinden de korunuyoruz.

• Bir yerlere yetişmek için acele etmek zorunda değiliz. Çocuklar yeteri kadar uykularını alıyorlar. Ayrıca kahvaltılarımız, gün içerisinde yapacaklarımızı birlikte planladığımız harika zamanlara dönüştü.

• Çocuklarımıza kendi değerlerimizi aktarabiliyor, bu noktada istediğimiz konuyu daha fazla işleyebiliyoruz. Kötü alışkanlıklardan çok çabuk kurtulduk.

2.1. Neden Okulsuzluk? 

Şimdi normal olanın örgün eğitim olduğunu kanıksadığımız modern eğitim kurumlarının sadece son iki yüzyılda kurumsallaştığını düşünürsek, evde ebeveynlerin önderliğindeki öğrenme biçimi aslında çok daha eski bir gelenek.

Ev okulunda çocuklarına koçluk yapan aileler, nasıl okul öncesinde onlara konuşmayı, hayatlarını idame etmeyi öğretiyorlarsa, okul çağında da her şeyi aynı esneklikle ve gündelik hayat içinde öğretebildiklerine inanıyorlar. 

2.2. Okulsuz Eğitimin Tercih Nedenleri 

Yapılan araştırmalar, ailelerin okulsuz eğitimi tercih etmelerinin temel sebeplerini şöyle gösteriyor: 

• Çocuğun karakterine ve ahlakına yön verme isteği

• Okulun öğrettiklerine ideolojik olarak karşı çıkmak

• Okuldaki zorba akran baskısı, öğretmen baskısı

• Çocuğun özel ihtiyaçlara/engellilik haline sahip olması

• Çocuğun istenilen okula gidememesi

2.3. Okulsuz Eğitimin Dezavantajları

Bunların yanında okulsuz eğitimin dezavantajları da olabiliyor. Aileler bunları bertaraf etmenin yollarına baksalar da bu tehlikelerin farkında olmak önemli:

• Evde eğitimin sıklıkla gösterilen kötü yanı sosyalleşme faktörü. Çünkü çocuklar aile bireyleriyle arkadaşlarından daha fazla vakit geçirebiliyor.

• Çocukların aldıkları eğitim, kapsam bakımından sınırlı kalabilir ve öğretilen bilgi sadece ailenin bakış açısı ve ön yargılarıyla sınırlı olabilir.

• Öğretme yeteneğinden yoksun olan aileler, doğal bir sonuç olarak çocuğun öğrenme kapasitesini sınırlandırabilir.

• Evde eğitim alanlar, o müthiş öğretmenlerin verdiği ilhamı ve fikirleri elde etme fırsatını kaçırırlar.

• Evde eğitim alan çocuklar, sınıf ortamında öğrenme avantajlarından mahrum kalır.

• Aileler çalışma isteği ve mali ihtiyaçlar yüzünden evde eğitimi kendi çıkarlarına ve sosyal ihtiyaçlarına göre değiştirmek zorunda kalabilir. Bu da kendi içinde düzensiz bir öğrenmeye yol açar. 

Amerika, Avrupa ve Avustralya gibi ülkelerde okulsuz eğitim hukuki olarak tanınmış ve desteklenmektedir.

3. EV OKULU

Ev okulu, okulsuz eğitimden farklı olarak mevcut resmi müfredata bağlı olarak ilerleyen ancak çocuğun okul binasına gelmesini gerekli görmeyen eğitim sistemidir. Bu sistem, okulsuz eğitime göre daha sıkı olsa da, okul düzenine göre çocuğu belli fiziki şartlara hapsetmemesi bakımından kıymetlidir.

3.1. Ev Okullarının Tarihsel Gelişimi

Ev okulları Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 1980’li yıllarda ortaya çıkmış ve toplumsal bir hareketlilik olarak çok sayıda aileyi bu akıma dâhil etmiştir. O yıllarda ev okulu uygulaması Amerikan medyasında fanatiklerin ve idealistlerin bir eylemi olarak yansıtılıyor, bazı aileler ise çocuklarını evde eğitiyor gerekçesiyle hapse atılıyor ya da cezaya çarptırılıyordu. 1980’lı yıllara kadar tüm Amerikalılar yasal olarak devlet okullarını tercih etmek zorundaydı. Aksi takdirde suç işlemiş sayılıyorlardı. Ancak 1983 yılında 4 eyalet ev okullarını resmi olarak kabul etti. Daha sonraki yıllarda ev okullarının resmi olarak kabulü devletten devlete farklılık göstermiş ve temel olarak 3 farklı durum ortaya çıkmıştır

1) Kamu okullarına hiç alternatif sağlamayanlar (1 eyalet)

2) Ev okullarına kanunen “başka yerde eğitim denkliği” gibi denklik verenler (11 eyalet)

3) Ev okullarını kabul edenler (29 eyalet).

Bunun dışında kalan dokuz eyalet ev okullarını yasal olarak kabul etmiştir. Sadece Teksas ev okullarına karşı çıkmıştır. Ev okullarına karşı çıkan veya çekimser kalan devletler yasal olarak yeni düzenlemeler getirmiş ve ev okullarını özel okul statüsünde değerlendirmiştir. (3)

Sonuç olarak, ev okulu, okulsuz eğitime giden yolda birinci basamak olarak görülebilir. Devletin özellikle “yeni dünya düzeninde” Covid19 Aşı Uygulamaları çerçevesinde vatandaşları arasında ayrımcılık yapmak yerine ev okulu veya okulsuz eğitim yönünde mevzuat düzenlemeleri getirmesi çok daha makul bir yol olarak gözükmektedir.

Dipnotlar

(1) Griffith; Mary, Okulsuzluğun El Kitabı, Yeni İnsan Yayınevi, 2021, s. 15.

(2) Eagleman; David, Canlı Devre – Durmaksızın Değişen Beynin İçyüzü, Bkz Yayıncılık, 2021, s. 19.

(3) Tösten; Rasim, Elçiçek; Zakir, Alternatif Okullar Kapsamında Ev Okullarının Durumu, Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 20 (2013) s. 37-49.

Kaynaklar ve Tavsiye Kitaplar

Barbara J. Patterson, Waldorf Yöntemiyle Çocuğumu Büyütüyorum, Kaknüs Yayınları, 2020.

Ben Hewitt, Okulsuz Büyümek, Sinek Sekiz Yayınevi, 2017.

Ivan Illich, Okulsuz Toplum, Şule Yayınları, 2021.

Jennifer Ward, Oyun Arkadaşım Yeryüzü, Sinek Sekiz Yayınevi, 2018.

John Taylor Gatto, Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı, EDAM, 2017.

Mary Griffith, Okulsuzluğun El Kitabı, Yeni İnsan Yayınevi, 2021.

Matt Hern, Alternatif Eğitim, Kalkedon Yayıncılık, 2008.

Kim John Payne, Daha Sade Bir Hayat, Doğan Kitap, 2019.

Richard Louv, Doğadaki Son Çocuk, Tübitak Yayınları, 2018.

Versiyon : 1.1